Bir insan gün içinde binlerce hamd ve şükür kelimesi söylüyor ama muhteris bir davranış sergiliyorsa, açgözlü ve doyumsuz ise şükür etmesi yapmacık demektir. Her ikram sahibi, kendisine teşekkür edilmesini önemser. Yaratılış bir ağaç ise, şükür de bu ağacın meyvesidir. Teşekkür etmek o canlının yaşadığının ispatıdır. Şükürsüzlük ikramda bulunanı yalanlamak anlamına gelir.
Şükrün bilinçli mi ya da bilinçsiz yapılmış olması da, bu konuda önemli bir ayrımdır. İnsan ile şükreden hayvan arasındaki fark, teşekkürün bilinçle gerçekleşmesine dayanmaktadır. Zira bilinç dışı vaziyette şükreden canlıların rızık peşinde koşmaları, birer şükürdür. Tavuğun eşinmesi, akvaryumdaki bir balığın sürekli ağzı açık olarak dolaşması, iştah ve istekle rızık takibi yapması, verilen ikramları sevme işaretidir sayılır. Bu dolaylı bir teşekkürdür. İnsan diğer canlılardan farklı olarak, bilinç sahibi olduğu için şükrüne vizyon katması gerekir. İkramı vereni düşünerek yiyip içmesi, ilahi hedefe daha uygun olur ve ilahi rızayı da davet eder.
Şükürsüzlüğün ölçüsü hırs, doyumsuzluk iken şükrün ölçüsü yetinme, kanaat, razı olma ve memnuniyettir. Küçük şeylere şükrederken büyük şeyler için de çalışan insan, kendisine yeni şükür kapılarını açar. İslam inancında, ”Allah kabul etmeyeceği duayı kuluna nasip etmez” denilir. İnsan madde, zaman, ruh boyutlarıyla birlikte duayı da bir yaşam boyutu olarak düşünürse, hayatın akışında değerli ve faydalı bir konuma geçmiş olur.
Modern İnsanın Yetinme Duygusu Körelmiştir
Modern hayat, insana tüketimi arttırmak ve üretimi hızlandırmak için beklentilerini yüksek tutmayı öğreterek, ondaki yetinme duygusunu köreltmiş; kanaatin bir değer olarak toplumda yer etmesinin ekonomik alanda doğru olmadığını düşündürmüştür. Kapitalist ahlakın tezlerinden biri, mevcutla yetinmemek ve sürekli var olandan daha fazlasını aramaktadır. Örneğin; bir şirkette çalışanlar ürettiklerini fazlalaştırmak ister ve ellerinde olanlarla yetinmezlerse, şirketin toplam üretiminin artmasına katkıda bulunmuş olurlar. Bu yaklaşım insanların üretmesine vesile olmuş olsa da, diğer yandan onları mutsuz eder. Mutsuz birey, diğer kimselerle sağlıklı ilişki kuramadığı için, toplam kalitede verim düşer. Şu anki kalite çalışmalarında, insanların sahip olduklarının farkına varmaları ve ödüllendirilmeleri gerektiği sonucuna gelinmesi bu sebepledir.
Sahip Olduğunuzla ve Sıradan Şeylerle Mutlu Olabilmek
Dünyadaki büyük firmalar, iş yerini sevmenin verimi artırdığını görmüşler bunun için kampüs şeklinde düzenledikleri çalışma yerlerinde, çalışanlarının havuz, sauna, spor gibi farklı alternatiflerle dinlenebilecekleri, kendilerini evlerinde gibi hissedebilecekleri ortamlar hazırlamaktadırlar. Bu şekilde, çalışan, yaptığı işin karşılığında ödüllendirilir. Yapılan araştırmalarla çalışanın bu şekilde rahatlamasının verimi arttırdığı saptanmıştır. İnsanların makine gibi çalışıp üretmelerini beklemek yerine, çalıştığı mekânı sevimli ve sıcak hale getirebilmek ve bunun için de mevcut durumdan memnuniyet duymak gerekir. Ancak insan her zaman istediği şartlara sahip olmayabilir, ancak akıllı insan yakınmacı olmak yerine sahip olduğu şeylerden mutlu olama becerisini kazanan insandır. Değiştiremeyeceği konuya odaklanan hep şikâyetçi kişilik tipleri iş yerinin huzurunu da bozarlar.
Şükür, İnsani Görevlerdendir
Şükür; sözel, duygusal ve davranışsal boyutlarıyla gerçekleşmelidir. Bir kimsenin sözleriyle şükretmesi, ancak diğer taraftan yeni hırslarla mücadele etmesi halinde bu, gerçek bir şükür olmayacaktır. Halinden şikâyet eden arı olmadığı gibi, halinden şikayet eden tavuk da bulunamaz. Tüm hayvanlar görevlerini ifa eder, gerisini düşünmezler. Ancak insana, diğer canlılardan başka olarak, yeme içme ve üremenin ötesinde, felsefi bir bakış verilmiştir. Farklı bilinç durumlarının ve algılamalarının olması insanda başka amaçlarının da olması gerektiği düşüncesini oluşturur.
Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçmek, insanın olgunlaşma sürecinde hayli önemlidir. Bütün semavi öğretileri de göz önüne alarak sorguladığımızda, dinlerin kişinin varoluşla ilgili düşüncelerini ve hayatı yaratan dış güç konusunda felsefi duruşunu belirlediğini görürüz.
Şükürsüzlük, insanın Yaratıcı’ya yaptığı büyük bir saygısızlıktır. Bu sebeple, semavi öğretilerde şükür vurgusu çokça yapılmıştır. ‘Şükür’ varoluşun hem amacı hem de neticesi olarak bir döngü içinde ele alınabilir; bu ikisini bir arada barındıran kelime ise, ‘teşekkür’dür.
Şükür, Kanaat Ve Mutluluk…
Yetinme duygusu olarak da tarif edebileceğimiz kanaatin, insanın herhangi bir konuda elinden gelen gayreti gösterdikten sonra elde ettiği sonuçlara razı olmasıdır. Kişinin sahip olduklarının kıymetini bilmesini de içinde barındırır.
Kanaatte bir farkındalıkla birlikte, kişinin sahip olduklarını yeterince algılaması söz konusudur. Değerleri tanımlarken, zıt kavramları kullanmak daha iyi algılanmalarını sağlayabilir. Mesela, kanaatin zıddı, doyumsuzluktur. Bir öğrencinin sınava girdiğini ve sonuçta on üzerinden dokuz puan aldığını varsayalım. Bu durumda öğrencinin başarısını görüp, başarısızlığına odaklanmaması gerekir. Eğer ki aldığı sonuçtan memnun değilse kendisine “Elimden gelen gayreti gösterdim mi?” sorusunu sorar ve eğer cevabı “evet” ise elde ettiği sonuca kanaat etmesi gerekir. Ancak yapabileceklerinin bütününü yapmadığını düşünüyorsa, eksik bıraktığı noktaların kendisine kendisine neler öğrettiğini düşünerek bir sonuca varabilir. Tüm bunlara rağmen doyumsuz kimselerin tavrı, dokuz puanlık başarıyı görmektense, bir puanlık bir başarısızlığı fark etmektir.
Sürekli gerilim halinde olmak, hiçbir başarı ile yetinmemek ve doyumsuz olmak sürekli mutsuzluğa sebep olduğu gibi, insanın kendisini rahatlatamaması sonucunu da doğurur. “Zengin çoğa sahip olan değil, az ile yetinendir” sözünü bu noktada hatırlayabiliriz; çok şeye sahip olup da yetinmeyen insan fakirdir. Zira böyle bir kişi kendisini hep eksik hisseder. Bir kimsenin kendini mütemadiyen noksan hissetmesi ise, yoksulluğunun işaretidir.
Gayrette Kanaat Olur Mu?
Kanaatin yanlış anlaşıldığı noktalardan birisi, harcanan emek ya da elde edilen sonuç açısından hangisinde yetinilmesi gerektiğidir. Sadece elinden gelenle yetinmek, insanı tembelliğe götürür. Bunun adı kanaat değil, tembelliktir. Fakat elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra ortaya çıkan sonuca razı olmak, insana huzur verir. Böyle kişilerin ikinci bir iş yapma konusunda da motivasyonları olur. Beklentileri çok yüksek olan doyumsuz kimseler bir süre sonra “Ne yapsam başaramıyorum” diyerek çalışmayı bırakırlar. Ve neticede “ya hep ya hiç” anlayışıyla hareket ettiklerinden hiçbir şey yapamamış olurlar.
Herhangi bir işte başarısız olmak kişinin motivasyonunu kırar, şevkini kaçırır. Dikkatle bakıldığında, hırslı ve doyumsuz insanların hiçbir işte başarılı olamadıkları görülür. Bu insanlar başarısız olma fikrine her kapıldıklarında farklı bir işe yönelirler. Yeni işlerinde de istikrar sağlayamaz; oradan da bir başka alana kayarlar. Geçmişlerine baktığımızda onların amaçsız, hedefsiz ve istikrarsız hayatlarıyla karşılaşırız. Kişinin, amacına doğru ilerlerken, başardıkları ile yenilgilerini doğru biçimde değerlendirip değerlendirememesi onun hırslı mı, kanaatkâr mı olduğunu gösterir.
Kanaat Etmek, Gayreti Engeller Mi?
İnsanın zihninde böyle bir sorunun dolaşması son derece normaldir. Bu noktada sürenin işleyişi sırasında oluşan yetinme duygusu ile, sonuçta ortaya çıkan kanaati birbirinden ayırt etmek gerekir. Bir işi yaparken gayret etmek ve sonucu kabullenmek önemlidir. Bunu başarabilen kimse, işin sonuna geldiğinde bir muhasebe yapar. Olayın iyi ve kötü yanlarını net olarak gördüğünde, geride bıraktığı süreçten de mutlu olur. Zira bu durum insanda geçmiş bilincinin oluşmasına sebep olur. Gelecek bilinci gibi, geçmiş bilinci de insan için önemlidir.
Ruh Telsizi…
İnsan evrende okyanusun ortasındaki bir gemi gibidir. İçindeki duygusal enerji, onu ayakta tutar; akıl enerjisi ne yapacağını planlar ve ruhsal enerjisi karayla bağlantısını sağlar. Kimi zaman mutlu olduğu halde, okyanusun ortasında nereye gideceğini bilemez bir halde bulunabilir. Ya da denizde ilerlerken geçici bir mutluluk yaşasa da aklını kullanmadığı takdirde nereye gideceğini bilemeyeceğinden mutluluğu geçici bir mutluluk haline gelebilir.
Ruh karadaki radyo istasyonuyla bağlantı kuran bir telsiz gibidir. İnsan kendini yalnız hissetse de ‘benim evrende bir Yaratıcım var’ düşüncesi ona kâinatta yalnız olmadığı hatırlatacaktır. Ruhsal gerçeklik, insanın bütün evrenle bağlantı kurmasını sağladığı gibi, kişiye evrendeki bütünün bir parçası olduğunu da hissettirir.
Bilinç Ve İnanç
İnsan, biyopiskososyal bir varlık olmasının yanında, aynı zamanda spiritüel bir varlıktır. Biyolojik varlığımızı fizik ve kimya ile açıklarken, psikolojik varlığımızı açıklamak istediğimizde işin içine düşünce ve dil de girmektedir. Düşünceyi ve dili holografik birim olarak açıklarken, kuantum, kütle enerjisinin birer parçası olarak görebiliriz.
İnsan İnancı Onaylayan Bir Role Sahip…
Düşünce ve duyguların evrensel akışta birimler arası bir enerji alışverişi olduğu açıktır. Bu noktada insan, inancı onaylayan bir role sahiptir. Evrenin varoluşunun farkında olmak düşünceyi düşünmeyi gerektireceğinden ve bu da insanda olduğundan insan, kendi gücünün sınırlı ve yetersiz olduğunu fark ettiğinde kontrolünü kaybetme hissi yaşar. Bu endişe sırasında insanın doğaüstü bir güce inanıp, teslim olması ise yükünü hafifletir. İnsan, belirsizlik karşısında hissettiği tehlike duygusuna karşılık anlam arayışına gider; kutsal ve her şeye kadir olan bir güce inanma isteğiyle bilinçsizliğe karşı bir savaş verir.
İnsan, bu inanma arzusuyla, ağaç ve inekten güneşe kadar kendisine faydalı olduğuna inandığı her şeyi kutsallaştırmaya başlamıştır. Bütün bunlar ondaki bilincin varlığı ile beraber, somut düşünce eğiliminden de kaynaklanmaktadır. Somutlaştırma arzusu, insanın zayıf taraflarından birisidir. Bilinç, her şeyi açıklamaya çalışmakta ve açıklama getiremediği konularda anlam arayışı içinde kendisinin dışındaki bir güce bağlanma ihtiyacıyla yorum yapmaktadır. Bu ihtiyaç, insanı inanca sevk eder. İnsan inancı sayesinde kendisini korkularına karşı teselli edebilecek ve anlam arayışına cevap bulur.
İnsan beyninde onun bireyselliğin evrenle bütünleştiğini hissettiği, zihnindeki soruları giderdiği, arzu ve ihtiyaçlarının karşılandığını hissettiği an aktif hale gelen, mutlulukla ilgili bir alanın olduğunu biliyoruz. Tanrı merkezi denilen bu alanda mutluluğun uyanması için bu ihtiyaçların var olması gerekmektedir. Beynimizdeki uykuyu algılayan alanın varlığı, nasıl ki uykuyu gerekli kılarsa; bunun gibi beyinde bulunan inanma ile ilgili saha da bir dış gücün varlığı ve kendisini tanıtmak isteğine karşılık kendisini bulanla bulmayanı ayırt edecektir. Bu nedenle evrenin kuantum kitle enerjisinin dışında, üstün bir bilgisayar teknolojisinin varlığı ve bunu da idare eden bir gücün varlığı tartışılmakta; bu gücün evreni oluşturduktan sonra kuantum enerjisiyle evreni kontrol edip etmediği konuşulmaktadır. Çünkü insan, kuantum enerjisi kendisinden çıktığı an ölmektedir. Bu, ‘ruh insandan çıktığı an insan ölür’ demek gibi bir şeydir.
Kuantum enerjisi ile insan, dijital kodu vasıtasıyla her yerde bulunabilir. Evreni matematiksel ve elektrokimaysal bir model içerisinde düşündüğümüzde, bu mümkündür. Dinlerin tanrı dedikleri bu kavrama şu anda ‘dış güç’ denilmektedir.
İnsan, Sınırsız Güce İnanmaya Kodlanmış Bir Canlı!
İnanç geni olarak bildiğimiz genin beyinde hangi durumda aktif hale geçtiğini bilmemiz gerekir. Budist rahiplerin, bütün ihtiyaçları karşılanmış, arzuları giderilmiş bir halde kişiliğiyle evrenin bütünleştiğini hissettiği takdirde, beyinlerinin bir bölgesinde bir alan aktif hale geçmektedir. Bu üç özelliği harekete geçiren, insanın bütün ihtiyaçlarını karşılayan, arzularını gideren ve kendisini güvende, bir bütünün parçası gibi hissettiren, sonsuz bir güce inanma duygusudur. Buna kulluk duygusu da diyebiliriz.
Kulluk duygusunu yakalayan insanın beyninde bir alan ortaya çıkmakta, burada Tanrı kavramıyla bağlantı kurma ile ilgili bir genetik aktivasyon meydana gelmektedir. Ancak bu, bizzat Tanrı’ya bağlı olmaksızın, sınırsız bir güce inanma genidir. Demek ki insanda sınırsız güce inanma konusunda kodlanmış, genetik bir program mevcuttur.
Bilgisayara bir program yükleyen kişi, o programın kullanılmasını istemektedir. Program, bilgisayarı kullananın çok işine yarayacaksa, bu bilgi dosyası ve program, kişi için çok önemli hale gelecektir. Bu da bilgisayara programı yükleyenin amacına uygun davranması demek olur. Bilgisayarda ön bellekte işleyenlerin yanında, arka tarafta sessizce işleyen programlar da vardır. Eğer kişi bir programı çözmek isterse, ön bellekte çalışanların dışında arka tarafta olanları da çözerek problemini halleder. İnsan beynini de on milyarın üzerindeki hücre ve trilyonlarca bağlantıyla bir bilgi makinesi gibi düşündüğümüzde onun bir bilgisayara benzediğini söylemek mümkündür. Bu bağlantılar, bir nevi program yazılımlarıdır.
İnsan beyniyle bilgisayar birbirine çok benzemektedir. Beyindeki program dili, genetik bir dildir. Genetiğin bu programda var olması, beyni programlayan gücün ona özel bir anlam atfettiğini gösterir. Bu durum, inanmanın biyolojisidir. Tanrı kavramını çağrıştırmaktadır. Ateizmin felsefe olarak kabul ettiği tez; aslında bir Tanrı olmadığı ama insanların Tanrıyı yarattığını söylemektedir. İnsandaki sınırsız bir güce inanma ihtiyacı, hikmeti ve kudreti sınırsız olan bir güce sığınma duygusu varolduğundan, bu duygu insanda böyle bir gücün olduğunu göstermektedir. Nedensellik bağıyla insanda bulunan bu genetik kod, özel sebeplerle kendisini direkt göstermemektedir.
İnanma, Şükür Ve Mutluluk Denklemi
Özetle inanmak, şükür ve mutluluk arasında nedensellik bağı vardır. Sağlam inancı olan insan zayıf, güçsüz, çaresiz kaldığında kendini güvende hissedeceği bir zihinsel sığınak oluşturur. Evrende kendini göstermeyen bir gerçekliğe inandığı için temel güven ihtiyacını karşılar. İkinci adımda yaratıcıyı memnun etmeyi ego ideali seçer. Üçüncü adımda minnettarlık davranışı ile şükreder. Farkında olmadan bir iç huzuru kazanmış olur.
Kaynak: Aysha Dergisi
Haberin linki: //www.aysha.com.tr/sukure-vizyon-katmak/382544/
Okunma : 3712