Üsküdar Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı önderliğinde Üsküdar Üniversitesi Pozitif Psikoloji, Üsküdar Üniversitesi Politik Psikoloji Kulübü, Psikopark ve Üsküdar Üniversitesi Psikoloji Kulübü tarafından düzenlenen “Bilinçli Genç Olmak” söyleşisi büyük ilgi gördü. Aşk duygusunun fanatik bir duygu olduğu konusundan bahseden Tarhan; “Fanatik sevgi, sevginin artık irrasyonel olanıdır. Saçma olduğunu bildiği halde fanatik kişiler fanatiktir. Âşık olan kişiler de öyledir. Aslında aşk duygusu da fanatik bir duygudur. Yani hedefini artık rasyonel bir sevgiyle değil de irrasyonel bir sevgiyle yöneliyor. Bu duygunun en coşkulu olduğu dönem lise, ergenlik çağıdır. Ergenlik çağında fanatik çıkışlar doğaldır. Onun için ergenlikteki fanatizm faydalıdır.” dedi.
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sokrates salonunda gerçekleşen söyleşiye Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi akademisyenleri tam kadro katılım sağladı.
“Frontal lob olmasaydı medeniyet olmazdı”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kaleme aldığı ‘Bilinçli Genç Olmak’ kitabı başlığında gerçekleştirilen söyleşide Tarhan ilk olarak, kitabının yazılış amacı ve ortaya çıkış sürecinden bahsetti. Tarhan; “22 yaşına kadar bir insanın hayatında okumasında çok faydalı olabilecek ben kendi birikimlerimle kadim bilgiyle bilimsel bilgiyle bir sentez yaparak anlatmaya çalıştım. Kitabı yazmaktaki amacım şuydu: 2006’da gençlerle ilgili özellikle liseli gençlerle televizyon programı yapmıştık. 2006’da SKY TÜRK vardı. Programa liseli gençler geldiler soru cevap 10 – 12 ay devam etti. Televizyoncuların 13 hafta kuralı vardır. İletişimciye; ‘Bu neden 13?’ diye sordum. O da ‘Bilmiyorum’ dedi. Sonra benim aklıma geldi, bir seneyi dörde bölünce 13 ediyor. 26-52 hafta bunu oradan bulmuşlar. 13 rakamı pek sevilmez. Amerika’da rastladım asansörlerde 13. kat yok. Burada da mı yok? 13. katta olunca herhalde insanlar uğursuzluk düşüncesiyle yaklaşıyor. 13 rakamının, kelimesinin bir şeytana mesaj götürüyor gibi, negatif enerji çekiyor gibi diyorlar ama bunlar batıl inançlardır. Öyle bir şeye inanmak hem akıl dışı hem de bilim dışıdır. Ben bazı şeylerde inadına 13’ ü seçiyorum çünkü saçmalığı devam ettirirseniz devam ediyor. Ben analiz ettim liseli gençlerin neye ihtiyacı var? Hayatın karar verme aşamasında, ergenlik dönemi olumluluk dönemine beyinsel olarak 22 yaşında geçiyor. Beynin olgunlaşma süreci içerisinde 22 yaşında geçiyor. 22 yaşında olumluluk dönemine gidiyor. Ama bazı erkeklerde bu 40 yaşını buluyor. Ergenliğin bitmesi buna uzamış ergenlik diyoruz. Yani erkeklerde sağ beyin sol beyin arasındaki köprü kısmı, bu köprü kısmının olgunlaşması 22 yaşında hemen hemen tam oturuyor. 20 – 18 yaş döneminde ergenlikte böyle faydalı faydasız, iyi kötü, doğru yanlış, karar verildiği bölge sık sık vurguladığım gibi insan beyninin ön bölgesi frontal lob olmasa medeniyet olmazdı.” şeklinde konuştu.
“Anne yoksunluğu bir aydan fazla olursa çocukta otizm riski var”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan çocuğa inisiyatif almanın, sorgulamanın ve atılgan olmanın küçük yaşta öğretilmesi gerektiğinden bahsetti. Tarhan; “Çocuğu büyütürken özgüven konusunu vurgulamamız şımartın anlamında değil, çocuğa inisiyatif almayı, sorgulamayı, atılgan olmayı küçük yaşta öğretmenin gerekliliğinden bahsediyoruz. Çocukluk travmalarında en çok özgüven düşüklüğü olduğu için onlar da çok depresif ve karamsar oluyorlar. Temel olarak kişi, özgüvenden kaybetmezse bir çıkış yolu oluyor. Kendileri buluyorlar. Arayan bulur. Çünkü aramak, aramayı başarabilmek önemlidir. Mesela anne karnı çok konforlu bir ortamdır. Her şey hazır geliyor. Gayet konforlu yaşıyor. Doğduğunda birdenbire bebeğin ciğerlerine hava giriyor. İlk duyduğu tepki korkudur. Ondan sonra güven arıyor. Sevgisine güven veren kişi anne var. Annesinin kokusunu alıyor. Hatta çocuklukta anne yoksunluğu sendromu vardır. Anne yoksunluğu sendromunda, çocuk teşhiste kullanılır. Çocuk devamlı ağlar. Birisi geldiği zaman susar. Bakar annesine yine ağlar. Anne yoksunluğu sendromunda annesinin bir çamaşırını koyar, çocuk kokuyu duyunca susar. Anne yoksunluğunda bir aydan fazla olursa çocukta otizm riski var. Onun için anne çalışıyorsa, işe gidiyorsa çocukla vedalaşarak gitsin diyoruz. Çocuğu kandırıp uyutup gidiyorsa çocuğun uyandığında annesini bulamaması, uyandığında akşama kadar korkuyla yaşamasına sebep olur. ‘Onun için gidiyorum ama akşam şu saatte geleceğim.’ dedikten sonra sözünde durması ve vedalaşıp gitmesi gerekir. Vedalaşıp gitmezse o çocuk, annesi gelince rahatlıyor ama bütün günü korkuyla geçiriyor. Anne ile çocuk arasında açık, şeffaf, dürüst ilişki önemlidir.” dedi.
“Akışı değiştirmeye gücün yetmediği zaman bakışını değiştireceksin”
Eşlerin değiştirilmeye çalışmaması gerektiğine dikkat çeken Tarhan, hayat senaryosunun yeniden yazılması gerektiğini kaydetti. Tarhan; “Beyin duyguyu unutmaz. Duygu daha çok yaşatır. Çünkü beyinde düşündüklerimizi kolay unuturuz. Anladıklarımızı tekrar edersek unutmayız ama tekrar etmezsek yine unuturuz ama yaşadıklarımızı unutmuyoruz. Çünkü yaşananlar, çocukluk hikayeleri, çocukluk senaryoları, çocukluk yaşantıları bizim gelişen ruhumuzda birer senaryo olarak duruyor. İki kişi evlendi diyelim. Evlendikten sonra birisi farklı bir hayat senaryosu ile geliyor. Diğeri farklı bir hayat senaryosu ile geliyor. İki farklı hayat senaryosu yaşamış iki kişi, bir araya geliyor. Erkek veya kadın birisi dese ki; ‘Benim babam şöyle bir insandı eşimde babam gibi davransın.’ İşte bu evde huzur olmaz. Yani eşini değiştirmeye çalışmak. Hayat senaryosunu yeniden yazması gerekir. Hayat senaryosunu yeniden yazmazsa yapamaz. Aktörler değişti, yeni aktörler var. ‘Bu aktörlerle ilgili senaryoyu yeniden yazacağım.’ diyecek. Kişiliğini değiştirmeyecek. Sadece bakışını değiştirecek. Akışı değiştirmeye çalışırsa duvara çarpar ama bakışı değiştirirse olumlu etki yapar. Akışı değiştirmeye gücü yetmediği zaman bakışını değiştireceksin. Bazen öyle işler oluyor ki insan her şeye evet diyor. İçine atıyor ondan sonra hasta oluyor. Evliliğin ilk başında diyorlar Anadolu’da vardır ya; ‘Kedinin bacağını ayıracaksın.’ diye. Şu anda kedi bacağıyla susacak kadın tipi yok, dünyada yok, erkekler bizde de beklemesin. Kadına yönelik şiddetin en büyük sebeplerinden birisi bu kültürel birikimlerdir. Burada dünyadaki dönüşümü fark etmeyen erkek aklıdır.” ifadelerini kullandı.
“İnsanoğlunun gelecek kaygısı taşıması genetik kodlarımızla da ilgilidir”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gelecekle ilgili kaygının kişinin olaya tamamen ön yargılarla bakması kaynaklı olduğundan bahsetti. Tarhan; “Gelecek kaygısı gençlikte insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir. İnsanda metakognitif genlerden bahsediliyor. Zihin üstü genlerden bahsediliyor. Zihin üstü genler insanda dört tane, bir tanesinin genetik karşılığı bulundu. Dört tanesinde de genetik karşılık var mı diye araştırılıyor. Multi faktör yani multi genetik belki ama şempanzeyle insan arasında %6 fark var. %5-%6- %95 aynı genleri taşıyoruz. Yosunla %50- %60 aynı geni taşıyoruz. Ot gibi derler ya bazı insanlar haklı. Adam kendini hiç geliştirmemiş. Doğduğu gibi. Hep aynı alanda otlamış sadece öyle büyümüş. İnsanoğlunun gelecek kaygısı taşıması genetik kodlarımızla da ilgilidir. Şu genetik kod denemiyor ama olması lazım deniyor. Mesela zaman algısıyla ilgili gen var. İnsan dışında hiçbir canlı geçmiş ve geleceği algılamıyor. İnekleri, koyunları düşünün. Onların dünyasında anı yaşamak var. İnsanda anda yaşamak var. Geçmişi biliyor, geleceği düşünüyor ama anda yaşıyor. O anı yaşa yanlış ifade, insan anda yaşıyor. Geçmiş bir tarih. Gelecek bulmaca. O halde bugünü yaşayacaksın. Hayata bu gözle bakmazsan ama gelecek bulmaca. Bulmacaya nasıl yaklaşırsın? Bu bulmacayı nasıl çözerim diye hayata bakarsın. Çünkü insanın hayatta yaşadıkları, önümüze gelen olaylar yüz taneyse tepkilerimizin %20’si farklı, %80’i farklı. %20’si olaylarla ilgili, %80’i olaylara verdiğimiz tepkiyle ilgili. Yaşadığımız olayların %20’si olayla doğrudan ilgili, %80’i bizim olaya karşı tutumumuzla, aldığımız pozisyonla ve kurduğumuz bağlantılarla ilgili. Onun için tepkilerimizin %80’i değiştirilebilir. %80’i değiştirilebilir olduğu için gelecekle ilgili kaygı olaya tamamen ön yargılarla baktığı içindir. Buna bilişsel tuzak diyoruz.” şeklinde konuştu.
“Stratejik hedefe göre yığınak yapıyorsun”
Gelecek planlaması yapan bir kimsenin gelecekten kaygılanmaması gerektiğine dikkat çeken Tarhan; “Hayatta bir anlam peşinde olan bir kimse kolay kolay hedefiyle bağlantısını koparmadığı için bu aynı zamanda askeri terminolojide vardır. Bunu politik psikolojide de kullanıyoruz. Orada komutan savaş stratejisi yapar. En iyi harekât tarzını yapmak ister. Savaş stratejisinde ama stratejik hareket yanlışsa operasyon el hareketteki başarının hiçbir anlamı yoktur. Stratejik hedef mesela bizim birinci dünya savaşında uyguladığımız stratejimiz yanlıştı. Savaşa girmek stratejik olarak yanlıştı. O gücümüz yoktu ama gidince de Çanakkale Savaşında başarılı olduk. Irak’ta başarılı olduk ama stratejik hedef olarak yanlış olduğu için bütünü kaybettik. Lokal başarıların bir anlamı olmadı. Onun için stratejik hedefe göre yığınak yapıyorsun. Askeri hedefte de stratejik hedefin doğruysa ona göre yığınaklar yaparsın. Hatta komutan bir düşman arasında tepeyi ele geçirdiği zaman çadırlar kurulur. Herkes uyur. Komutan uyuyamaz. Niye? Acaba düşman saldırırsa nereden saldırı diye tek tek dolaşır. Nöbetçileri dizer ondan sonra uyur. İnsan hayatta da böyledir. Tehdit altında olduğu zaman tedbirini alırsın daha sonra yoluna devam edersin. Ama biz ne yapıyoruz, kışa hazırlanıyoruz, kışı bekliyoruz. Kışa hazırlanacağız ama yazı bekleyeceğiz. Gelecek planlaması yapan bir kimse hiç gelecekten kaygılanmasın. İnsanda gelecek ve geçmişle ilgili bir özen, bir soyut düşünce üretebilme becerisi de vardır.” dedi.
“Ergenlikteki fanatizm faydalıdır”
Aşk duygusunun da fanatik bir duygu olduğuna değinen Tarhan, hedefin artık rasyonel bir sevgiyle değil de irrasyonel bir sevgiyle yöneldiğinden bahsetti. Tarhan; “Spor, erkekler için önemli olduğu için sporda fanatizm nedir? Fanatik sevgi, sevginin artık irrasyonel olanıdır. Yani artık saçma olduğunu bildiği halde fanatik kişiler fanatik yani âşık olan kişiler de öyledir. Aslında aşk duygusu da fanatik bir duygudur. Yani hedefini artık rasyonel bir sevgiyle değil de irrasyonel bir sevgiyle yöneliyor. Mesela Leyla ve Mecnun’un aşkı gibi. Fanatik bir aşktır. Biliyorsunuz Leyla ve Mecnun ikisi de birbirine âşıktır. İkisini bir araya getirmek için artık savaş bile çıkmış. Fuzuli’nin müthiş bir eseridir. Fuzuli Azeri bir şairdir. Daha sonra o derece bir aşk ki Leyla’yı evlendiriyorlar. Fakat Leyla aşkını söyleyemiyor. Düşüne düşüne evlenmiyor ama reddedip düşünmekten vefat ediyor. Tam onla buluşturuyorlar, aile de birleştirmek istiyor ancak Mecnun tam buluştuğu zaman terk ediyor. Onun için Mecnun demişlerdir. Ondan sonra Mecnun’a sormuşlar: ‘Bu Leyla’ da kara kuru bir kız nasıl sevdin?’ Mecnun’ da; ‘Bir de benim gözümdeki Leyla’ya bak.’ demiş. Onun için onun adı aşk olmuş. Fanatik bir şekilde körü körüne bağlanmıştır. Hatta buna pervane olayı vardır. Gece ışıkta pervane böcekleri vardır. Işığın etrafında döner. Pervane denir o yüzden. Ateşe dalar çarpar ve ölür. Onlar da bir nevi o ışığa gidiyorlar. Aşkla ilgili değil ama beyinleri onu tehdit gibi görüyor. Kendini feda ediyor. Bunun gibi insanda da bu duygu vardır. Bu duygunun en coşkulu olduğu dönem lise, ergenlik çağıdır. Ergenlik çağında fanatik çıkışlar doğaldır. Onun için ergenlikteki fanatizm faydalıdır. Kişi onu yaşar, hisseder ama davranış geliştirme yaparsa düzeltir. Çevre burada çok önemlidir. Kültür çok önemlidir. Nasıl binalar arasında ayıran bir sınır varsa sosyal hayatta da sınırlar var. Biz medeniyetleşmeyi kitaplarımızdan insanın taş yontmayı başlamasıyla ele alıyoruz.” ifadelerini kullandı.
“Aşk hayatta sebep değil sonuçtur”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aşk + iyi iş birliğinin ömür boyu aşka dönüştüğü konusuna dikkat çekti. Tarhan; “Ümit Yaşar'ın şiirinde var ya; ‘Ağaca baktım sen, mevsime baktım sen, her yerde sen. Her yerde Aysel.’ Âşık olursanız her yerde Aysel’i görürsünüz. Onun gibi olmamak için fanatizm vahşi bir attır. Aşk yönetilmesi gereken bir şey ama aşk bir sarmaşık gibidir. Aşk hayatta sebep değil sonuçtur. Aşk güzel bir şey ama sonuçtur. Yani ilişkilerde karşı cinsle ilişkilerde birbirlerine âşık oluyorlar. 6 ay sonra bulaşıyorlar bu televole kültürüne 6 ay sonra boşanıyor, aşk bitiyor. Ne oldu uçtu buharlaştı. Niye? Birbirlerine aşık ama iyi iş birliği kuramıyorlar. Aşk + iyi iş birliği = ömür boyu aşka dönüşür. Ama iyi iş birliği kuramazsa aşk buharlaşıyor ondan sonra dağdan dağa vuruyor şair yapıyor. Spordaki fanatizm de öyle onlar ergenlikte hoş güzeldi ama sonuçları kişi aklını devre dışı bırakırsa aşk onun için çileye dönüşür.” şeklinde konuştu.
“Sadece dünyasal düşünce insanı mutlu etmiyor”
İnsanda sonsuzluk arzusu olduğundan bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Bizim hayata bakış açımız, verdiğimiz kararlar çok önemlidir. Rol modellerde bu açıdan sadece hayatımızda değil, ebedi hayatımızda da bizim için doğru rehber oluyor mu ona bakmamız gerekir. Sadece dünyasal düşünce insanı mutlu etmiyor. Onun için insanda sonsuzluk arzusu var. Beka geni var büyük ihtimal, hatta midemizin açlık isteği varlığı, nasıl yiyeceklerin varlığıyla sebep sonuç ilişkisi var. Nedensellik bağı var, ölümden sonrada yaşama arzusu da insanın ölümden sonra ki hayat olması ile ilgili nedensellik ilişkisi var. Onun için ölümden sonra hayat olmazsa, bu hayatın anlamı yok. Yani dünyada hiçbir anlamı yok. Niye insanız ki o zaman yemek, içmek, üremekse hayatın amacı yok ama insan bu dünyaya ait değil. Dünyaya şu anda elimizde olan arılar yok olsa biliyorsunuz, elli sene sonra çöl oluyormuş dünyada. Matematiksel modelleme ile yapılmış. İnsanlar yok olsa elli sene sonra dünya, cennet olacak. Bu nedir? Demek ki insan dünyaya, sonradan başka yerden gelmiş. Dünyanın ürünü değil, onun için biz burada, dünyanın dışında görünmeyen bir evren, kara delikler var kara deliklerin ötesini de düşüneceğiz. Kara deliklere giren her şey kayboluyor. Kara deliklerin ötesinde başka bir evren var.” dedi.
Her öğrenciye Bilinçli Genç Olmak kitabının dağıtıldığı söyleşi toplu fotoğraf çekimi ile sona erdi.
Okunma : 1367
ÜHA