Aşkla başlamış bir evliliğin birkaç yıl sonra neden tükendiği sorusu evlilikle ilgili insanların en fazla kafasını kurcalayan sorulardan birisidir.
Kişilere göre değişmekle beraber, insanın ya kendisi, ya da karşı taraf aşkın tuzaklarına düşmüş olabilir. Bir de şanssız âşıklar vardır. Takıntılı bir eşe rastlanmışsa çözüm zordur. Takıntılı erkeğin aklına şöyle bir parazit düşünce gelebilir: ‘Ben ona lâyık değilim, eşim bir başkasıyla evlenseydi daha mutlu bir evlilik yapabilirdi!’ Aynı durum kadın için de mümkündür: Bürosunda, sevimli ve bakımlı genç kızlarla beraber çalışan bir erkeğin takıntılı hanımı, ‘Bu kızlar, acaba eşime hangi gözle bakıyor? Eşim bir tuzağa düşebilir mi?’ diye düşünür ve hemen senaryo yazmaya başlar. O zaman, senaryoya uygun olarak her şeyden şüphelenir ve güven zayıflaması yaşanır. Bunun neticesi olarak da kocasının cep telefonunu incelemeye, ceplerini kurcalamaya yönelir. Kadın, aklına gelen bu duruma cinsel yaşamdan deliller bulmak eğilimindedir. Eğer cinsel yaşamları biraz gerilediyse, kocası kendisine eskisi gibi zaman ayırmıyor ya da sıkı sarılmıyorsa, ‘demek ki başkası var’ diye düşünmeye başlar. Fakat erkek çoğu zaman bunları, iş yoğunluğundan yapamaz. İlgi, enerji ve zaman, evlendikten bir süre sonra kariyere yönelmiştir. Ancak bu azalma farklı şekillerde yorumlanır, iki taraf da mantık hatası yapar. Böyle olunca da, ‘artık beni eskisi gibi sevmiyor, acaba hayatında başka biri mi var?’ düşüncesi soru olmaktan çıkıp kalıp yargı halini alır. Böyle durumlarda kocanın tepkisine göre, kriz aşılabilir. Fakat kadın, kendi yazdığı senaryolara inanmaya devam ederse evlilik felakete sürüklenir. Âşık olduğu kişi bir müddet sonra elinden kayıp gider.
Çözüm odaklı düşünürsek; bu durumda kıskanılan tarafın altta yatan duyguyu anlaması lazımdır. Bu hissi anlayan karşı taraf, : ‘Ben, çevresinde gördüğü ve beğendiği her insanla beraber olacak tiplerden değilim; bana güveniyorsan güven, güvenmiyorsan ilişkimiz biter.’ Taraflar, bu kararlılıkla konuşmalıdır. Fakat kıskanılan kişi takiye yapar gibi davranır, konu açıldığında gülüp geçer, iş alaya ve şakaya alırsa, içinde kaygı barındıran eşin endişeleri daha da kuvvetlenir. İlişki daha büyük zarar görür.
Taraflar, ‘ilişkimizi daha iyi duruma nasıl getirebiliriz?’ sorusuna kafa yormalı, eşinin kendisini kaybetme korkusu taşıdığını fark eden kadın ya da erkek, ona sevdiğini gösteren bir yaklaşımı onun anladığı dille sergilemelidir. Bizim geleneğimizde, erkekler kadınlara kolaylıkla ‘seni seviyorum’ diyemezler. Fakat bu söz, dille ifade edilmese de, beden diliyle anlatılabilir. Meselâ, eşine sevgi dolu bakışlar yöneltebilir erkek. Seven kadın, eşinin bakış ve davranışından bunu anlar. Sevgi dili, hizmet davranışı da olabilir. Hastalandığında eşiyle ilgilenmesi ya da onun ihtiyaçlarını düşünmesi aradaki duyguyu ifade eder. Hediyeleşmek, hatta fiziksel temasta bulunmak yani dokunmak da sevgi dilidir. Eşler bu dilin farklı ifade tarzlarını kullanarak ilişkilerini daha cazip hale getirebilirler. Burada yapılması gereken, hemen ihanete uğradığına inanmak yerine, sorgulayıcı yaklaşıp, ‘ilişkiyi düzelterek bu sorunu nasıl atlatabilirim?’ sorusuna cevap bulmaktır. Çiftlerin hedefi, ‘ilişkimizi nasıl düzeltiriz?’ olursa, evlilik için fırtına sayılacak bir problemden evlilik bağları güçlenerek çıkılabilir. Doğru olan, fırtına çıktığı zaman gemiyi terk etmemektir. Zira kaliteli ilişkiler, emek verilmiş ilişkilerdir.
Eğitim sistemimizde tarih, coğrafya, trigonometri gibi bir çok alanda ders vardır, fakat kadın erkek ilişkisinin nasıl olması gerektiği öğretilmez. Amerika’daki üniversitelerde bu konular üzerinde çalışan aile araştırma merkezleri kurulmuştur. Bu merkezlerde, ‘iyi evlilik nasıl kurulur, nasıl yürütülür? Kimler daha iyi evlilik yaparlar?’ sorularına cevap bulmak için, on ya da yirmi bin ölçekli çalışmalar yapılır. Evliliklerin yıkılmaması için neler yapılabileceğiyle ilgili araştırmalarda bulunulur. Kadın ve erkek psikolojisini iyi öğrenerek, onlara her yaşa uygun tavsiyeler verilmelidir.
Okunma : 7945