Deprem felaketinin özellikle çocuklar için ciddi bir doyum erteleme becerisi eğitimi olduğuna dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocuğu sadece mutlu etmek değil, hayata hazırlama konusunda da anne babanın üzerine önemli bir rol düştüğünden bahsetti. Çocuğun hayatın sıkıntılarına, acılarına ve gerçeklerine ortak edilmesi gerektiğini vurgulayan Tarhan, çocuğun geleceğe hazırlanmasında bu durumun bir stres aşısı gibi olduğunu kaydetti.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Haber Global’de deprem travmaları ve başa çıkma yöntemlerine ilişkin değerlendirmede bulundu.
Deprem travmaları yok olmuyor ama azalıyor
Kişinin 8 hafta içerisinde normal hayatına dönmesi gerektiği konusuna dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Travmalarda tehdit yönü ve fırsat yönü vardır. Şu anda ilk haftalarda ister istemez tehdit yönüne odaklanıyoruz ama artık burada ikinci boyuta da odaklanmaya başlamamız gerekiyor. Her travma gelişmeye de sebep oluyor. Bu şekilde bu pencereden de bakabilme yavaş yavaş, o ilk haftalar biz anlamlandırmayı tavsiye etmiyoruz. İlk haftada anlamlandırma olursa sorgulama başlıyor; ‘Neden? Niçin?’ diye. Kişiler bu sefer anlamlandırdıkça suçlu arıyorlar. Sanık sandalyesine birini oturuyor, yarayı daha çok acıtıyor ama belli bir normalleşmeye başladıktan sonra böyle durumlarda anlamlandırmada gerekiyor. Bununla ilgili maddi sebepler, manevi sebepler gibi kişilikler anlamlandırma yapıp böyle durumlarda çözülmemiş travmayı çözülmüş hale getirip hayatını normale döndürmesi gerekiyor. Genellikle 8 hafta içerisinde kişi normal hayatına dönmezse posttravmatik stres bozukluğu ortaya çıkıyor. Hatta bu Gölcük Marmara depreminde 3 sene sonra yapılmış bir çalışma var. İlk baştaki o akut stres belirtileri o bölgede yaşayanların %25'inde sürmüş, belirtileri hala %25 var. Japonların yaptığı yine bir deprem, 2011'de de onlarda 11 bin kişinin öldüğü büyük bir deprem var, 2010'da yanılmıyorsam. Onlar da ve 2-3 sene sonra bir araştırma yapıyor. oranında devam ettiği tespit edilmiş. Yok olmuyor. Azalıyor ama devam ediyor.” şeklinde konuştu.
Çocuklara zihinsel bir sığınak öğretmek gerekiyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bir zihinsel sığınağa sahip olmanın kişiyi rahatlattığının altını çizdi. Tarhan; “Böyle durumlarda ölüm gerçeğini yok saymak, konuyu değiştirmek yerine annen baban vefat etti, tekrar gelmeyecek ama ruhun devamlılığı gibi hangi inanç sisteminde ise kişi, ona göre zihinsel bir sığınak öğretmek gerekiyor. Şimdi üçüncü dalga psikoterapileri var, üçüncü kuşak psikoterapide orada Mindfulness terapisi diye geçiyor. Orada bu on iki adımdan bir tanesidir. Kişinin koruyucu melek inancı, zihinsel bir sığınağının olması, yüksek güce sığınması kişiyi o anda kontrol edemediği bir şeyde; ‘Her şeyi bilen kontrol eden bir güç irade var, yalnız değilim.’ duygusunu oluşturuyor ve onu rahatlatıyor. Böyle durumlarda çocuğa zihinsel sığınak olabilecek yüksek bir değere, yüksek bir güçle ilgili çocuğa telkinde bulunmak çocuğu rahatlatır. Çocuktan saklamak değil çünkü; ‘Gelecek, gelecek.’ derseniz bu beyaz yalandır. Çocuk bir müddet sonra gerçeği öğrendiğinde travmayı asıl o zaman yaşar.” dedi.
Popüler kültür öğretisi: Kaliforniya Sendromu
Hedonist kişilerin bir müddet sonra yalnızlaştığından ve bunun da mutsuzluğu beraberinde getirdiğinden bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, popüler kültürün hiç ölüm olmayacakmış gibi bir hayat yaşamayı öğrettiği konusuna değindi. Tarhan; “Bu çağın bir özelliği var; benmerkezciliğin ve dünyacılığın insanlık tarihinde bu kadar yükseldiği görülmemiştir. Hiç ölmeyecek şekilde bir hayat yaşıyor yani popüler kültür bunu öğretiyor. Böyle olunca bunun sonucunda da hatta psikiyatride popüler, sınıflandırma kitaplarına girmemiş ‘Kaliforniya Sendromu’ diye bir sendrom var. O sendromun 4 tane önemli özelliği var. Birisi hedonizm yani zevkçiliktir. Zevki zevkçiliği kişi ego ideali olarak seçiyor. Zevk peşinde koşmayı yaşam amacı olarak seçiyor. Mesela şu anda ortalama bir Amerikalı beş gün çalışıyor, iki gün eğleniyor. O hafta sonu eğlenmezse kendini çok kötü hissediyor. Mesela eşi hasta oluyor; ‘Ben dünyaya bir defa geldim.’ diyor, bırakıyor. Evliliği bitiriveriyor. Bu şekilde böyle gittikçe bu oranlar artıyor. Narsizm pandemisi diye kitap var getirttim ben, o derece yaygınlaşmış. İkincisi bencillik oluyor. Hedonist kişiler, sadece kendi zevkini yaşam amacı olarak gören kişiler bir müddet sonra yalnız kalıyorlar, yalnızlık başlıyor. Yalnızlık başlayınca da böyle durumda ikinci sırada bencillik, üçüncü sırada ise yalnızlık geliyor. Bencil olunca, ufak bir şeyden fedakarlık yapmıyor terk ediyor. Sadece kendi çıkarını düşünen bir kimse oluyor. Üçüncü yalnızlık, dördüncü de mutsuz oluyor. Şuanda New York Manhattan’da kanalizasyonda antidepresan ölçülüyor, o kadar yaygın kullanılıyor. İllegal maddeler için, uyuşturucular için, örnekler kanalizasyondan, alınıyor. Antidepresanlar su gibi kullanılıyor.” ifadelerini kullandı.
Tavsiye edilen yöntem: Kabul et, yönet!
Kişinin gücünün yetmediği durumlarda olayı yok saymaması gerektiğini, kabul edip minyatürize etmesi gerektiğini kaydeden Tarhan; “Böyle durumlarda kişi kişilik yapısına göre baş etme yöntemi geliştirecek. Kimisi pasif baş etme yöntemi, yok sayarak yaşamaya çalışacak. Kimisi acıyı bastırmak için kendini böyle alkole verecek. Kimisi de dini baş etme yöntemiyle baş edecek. Aşağı yukarı bu üç yöntemden birisini insanoğlu kullanıyor ama burada bizim bir psikiyatri profesyonel olarak buradaki tavsiye ettiğimiz yöntem; bir psikoterapi yöntemi olarak kabul et, yönet yöntemidir. Yaşanan bir travma, bir olay var, hayat olayı var. İnsanın değiştirebileceği şey var, değiştiremeyeceği şey var. Gücünün yettiği şey yetmediği şey kontrol edebileceği, edemeyeceği şey var. Gücün yetmediği değiştirmeyeceği şeyler için kişi böyle durumlarda onu kabul edecek ama daha sonra onu yok sayarak değil onu minyatürize edecek. Biz tramvayı mumyalaştırırsak travma devam eder ama minyatürize edersek hatırasını yaşatırsak ve onunla birlikte hayatta ilerlersek ona karşı hatıramız olur, suçluluk hissetmeyiz. Bu yapılabilirse travmayı yönetmiş oluruz. Bunu yapamazsak kişi her gün acı çeker ve artık 10 sene geçer; ‘Hala gülemedim, hala eski neşemi bulamadım.’ der ve devamlı bir ölümü bekliyor gibi olur. Hep uzatmayı yaşıyor gibi olur, bu da vefat eden kimsenin hayatta olsa onun istemediği bir şeydir. Onun için böyle hayat olayları çok büyük travmalardır. Bunları aşabilmek için biz bunlara dayanıklılık eğitimi diyoruz. İnsan hayatında şok yaşantı yaşıyor, onu başarırsa dayanıklılık eğitimi oluyor. Yani dayanıklılık bizim kültürümüzde sabır olarak söylenen bir kavramdır. Pasif bir eylem değil, aktif sabır, hareket halinde sabır. Aslında sabır dediğimiz şey meditatif bir eylemdir. Doğaya karşı çıkmayacağız, doğaya küsmeyeceğiz ama onun hız ve ritmine uygun davranacağız. Doğadaki kanunları uygun davranacağız. Buna uyduğumuz zaman kişi böyle durumlarda dayanabilir hale geliyor.” şeklinde konuştu.
Bu hadise ciddi bir doyum erteleme becerisi eğitimidir
Çocuklara, yaşanılan deprem afetini bir hayat dersi olarak anlatmanın şu anda bir fırsat eğitimi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Çocuklar doyum erteleme becerisi kazanıyorlar. Çocuk bütün zevklerini hemen tatmin etmek ister. Çocuk; ‘Hemen, hemen ve şimdi.’ der. Doyum erteleme bir beceridir, biz doyum erteleme becerisini öğretmek için her şeyi kolay elde eden çocuklara uzun uzun seanslar yapıyoruz. Şimdi şu anda bu hadise ciddi bir doyum erteleme becerisi eğitimidir. Mesela deprem yaşamasa bile çocuğumuza; ‘Hayatın böyle gerçekleri de var onun için sen bu acı çeken, annesi babası vefat etmiş, yalnız kalmış çocukları da düşün.’ diyerek çocuğumuza bu olayı bir hayat dersi olarak anlatmak şu anda bir fırsat eğitimidir. Yani depremin içinde olmayan kimseler içinde çocuğun çocuksuluğunu gidermek için, olgunlaştırmak için doyum ertelemesi becerisi kazanması için çocuğunuza bunlara karşılaştırıp; ‘Bak böyle bir durum da var, biz böyle bir durumda yaşayabiliriz. İstanbul'da da böyle bir ihtimal var. Hayat böyle hep düz çizgi gibi gitmiyor, hayat dalgalı gidiyor.’ demek gerekiyor. Hayata karşı hazırlamak yani anne baba o olmak demek. Sadece çocuğu mutlu etmek demek değil, çocuğu hayata hazırlamak demek. Çocuğu çok konforumuza, refahımıza ortak etmeyeceğiz, hayatın böyle sıkıntılarına, acılarına, gerçeklerine de ortak edeceğiz ki çocuk geleceğe hazırlansın. Bu aslında stres aşısıdır. Nasıl çocuğu küçük yaşta grip olan çocuk okula başladığı zaman daha dirençli oluyor. Devamlı aşırı steril büyütülmüş çocuk okula başlar başlamaz grip olmaya başlıyor çünkü bağışıklık sistemi ona alışmamış. Aynı şekilde buna psikolojik sağlamlık eğitimi diyoruz.” dedi.
Kapital sistem önce hasta ediyor, sonra tedavi ediyor
Çocuklara uzun uzun nasihatler vermek yerine yanlarında olunduğunu hissettirmenin bile yeterli olduğundan bahseden Tarhan; “Burada çocukların yanında olmak bile yeter. Uzun uzun nasihata, konferansa, vaaza hiç girmeyin. ‘Yanındayız, güvendesin. Bir ihtiyacın olursa buradayız.’ tarzında hissettirmek bile yeterlidir. Çocuk yan gözle bakar sonra yine oyununa devam eder. ‘O var burada.’ der ve devam eder. Oyun, çocuğun en ciddi işidir. Sevmek ve çalışmak büyük insanın ruh sağlığının özeti, çocuk içinde sevmek ve oynamaktır. Sevgi piramidinizin en tepesinde ne var? Sevgi piramidinin en tepesinde mal, mülk, para varsa ölüm korkusundan kurtulamazsınız, sevgi ikram edilir. Yani insan düşünürken, hayatta sevgi piramidinin en tepesinde hayatın sonuna geldiği zaman; ‘Nasıl bir insan olmak istiyorum, mezar taşıma ne yazılmasını istiyorum, nasıl bir iz bırakmak istiyorum.’ diye bunu düşünerek yaşaması lazım. Bir insan eğer iyilerden olacak gibi yani bir insan yarın ölecek gibi yaşıyorsa niye ölümden korksun ki? Böyle yaşayabiliyorsa korkmaz ki. Bütün iş burada buna göre yaşayabilmektir. Bir evde en çok ne konuşuluyorsa mesela ne konuşuldu? Moda konuşuluyorsa mesela evin en kutsalı odur. Yemek içmek konuşuluyorsa en kutsalı odur, para makam konuşuluyorsa en kutsal odur. Yani evdeki baskın konuya göre değişir. Çocuk da ona göre kafasında sevgi piramidini oluşturuyor. İnsanı diğer canlılardan ayıran Maslow' un ihtiyaçlar piramidinde en tepede soyut şeyler vardır. Kendini gerçekleştirmek gibi soyut hedefleri vardır. Sevme, sevilme ihtiyacı, güvenme ihtiyacı, yalnızlığı gidermeye ihtiyacı bütün bunlar insanın diğer canlılardan ayıran şeylerdir. Bunu hayatta hedef olarak koymazsa sadece yemeyi, içmeyi, eğlenmeyi yaşam amacı seçerse mutlu olamaz ki ufak bir tehditte olmadığı zaman paniğe kapılır, kontrolü kaybediyor gibi hisseder. Bu sefer işte ruh sağlığı bozulan insanlar artıyor. Onun için; ‘Kapital sistem önce hasta ediyor, sonra tedavi ediyor.’ diyorlar. Antidepresanlar böyle çıktı maalesef, önce bozuyor sonra tedavi etmeye çalışıyor. Modernizmin sonucu böyledir.” ifadelerini kullandı.
Şu anda iyilikte yarışmak kötü bir şey değildir
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, iyilik yaparken görselliğin, görünürlüğün çok fazla yüceltilmesinin günümüzün zayıf taraflarından bir tanesi olduğunun altını çizdi. Tarhan; “Şu anda iyilikte yarışmak kötü bir şey değil. İnsanın iyilikte yarışması iyilik yapmaya çalışması burada kişi için niyet çok önemlidir. Yani abartı, yalanının bir türüdür. Bu konuda görselliği görünürlüğü bu kadar yüceltmek maalesef günümüzün zayıf taraflarından birisidir. Bu konuda üçüncü kişilerin onun yaptığı yardımı söylemesi daha sağlıklı, daha mantıklı olur. Övünerek kendisini bu noktada sergilemek, deprem bölgesine gidip, fotoğraf çekip paylaşmak gibi durumlar hiçbir şey yapmadan sadece yani kendimizi kandırıyoruz. O anda bir şey oluyor ama yakın tanıyanlar diyor ki; ‘Adam sadece fotoğraf çektirmek için gitti geldi.’ diyor. Mesela bazı kurumlar toplantı yapıyorlar, fotoğraflar çekiliyorlar. Konuşulacak konu var bir daha ikinci üçüncü toplantı yok sanıyorsun ki bu konu başladı devam ediyor. Hep mış gibi şu anda birçok şeyde PR ağırlıklı yaklaşımlar var. Genellikle bu kişiler kısa vadede kazanır, orta uzun vadede kaybeder. Böyle kısa vadede herkes alkışlar; ‘Nasıl çalışıyor?’ der. Dışarıdan gören; ‘Şu kişi ne kadar çok çalışıyor.’ diyor, yakından tanıyan da; ‘Evet doğru sosyal medyada çok iyi çalışıyor.’ diyor. Çalışıyor ama sosyal medyada mesela birisine yemek vermiş, gidiyor orada da poz veriyor. Böyle örnekleri çok yakından tanıyan; ‘O adamın hayatı rol.’ diyor. Burada sağlam karakterde olan bir kimse bunları yapmaz, tenezzül etmez buna ihtiyaç hissetmez.” şeklinde konuştu.
Okunma : 1057
ÜHA