TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Tarhan'ın da yazarları arasında olduğu “Yunus Emre” kitabı çıktı

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan'ın yazarları arasında olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan Yunus Emre kitabı çıktı. Önsöz ve on beş bölümden oluşan kitapta Yunus Emre'nin hayatı başta olmak üzere, edebî şahsiyeti ve tasavvufî kimliği anlatıldı. Prof. Dr. Tarhan'ın ‘Modernizm Kıskacında Mentör Yunus’ başlığını kaleme aldığı kitap, raflarda okuyucuyla buluştu.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan Yunus Emre kitabı çok değerli isimlerin katkılarıyla yayınlandı.

Önsözünü Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ın yazdığı eser, alanında uzman doçent ve profesörlerin katkılarıyla raflardaki yerini aldı.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan'ın kitabın beşinci bölümünde yer alan yazısı ise ‘Modernizm Kıskacında Mentör Yunus’ ismiyle okuyucuyla buluştu.

Kitapta değinilen noktalardan farklı olarak Yunus Emre'nin dervişlikle beraber risk alan ve yeniliğe açık olan karakterine vurgu yapan Tarhan eserde; "Yunus Emre'nin diğer mutasavvıflardan bir farkı var. Yunus'ta dervişlikle birlikte aynı zamanda Orta Asya'dan gelen bir yeniliğe açık olma, risk alma davranışı olduğu görülür." ifadelerini kullandı.

İnsani değerlerin ortadan kalktığı modernizm çağında Yunus Emre'den alınacak çok ders olduğunu aktaran Tarhan; "XXI. yüzyılda insanlığı dört koldan kuşatan; ego körlüğü, narsizm, kibir, bencillik, hazcılık, konfor düşkünlüğü beraberinde gelen mutsuzluk ve yalnızlık virüslerine karşı nefis terbiyesinden geçmiş, hoşgörü ve diyalog elçisi Yunus Emre'den bugüne çok önemli mesajlar var. Ölümü vuslat olarak gören, çağının ve bugünün mentörü Yunus'un kaleme aldığı şiirler bize çok şey anlatıyor..." ifadelerini kullanıyor.

Eserde Yunus Emre ve Mevlana gibi âlimlerin peygamber varisleri olduğunu aktaran Tarhan, bu zatların şiirlerinde bugün psikolojide EMDR (Göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işletme) olarak adlandırılan yöntemi kullanarak insanların yaralarını tedavi ettiklerini aktardı.

Tarhan; "Alimler peygamberlerin varisleridir. Onlar da dünyaya, maddeye yönelmiş kalpleri manaya, Allah’a iletmekle vazifelidir. Dolayısıyla Mevlana ve Yunus, EMDR'de (Eye Movement Desensitization and Reprocessing Göz Hareketleriyle Duyarsızlaşma ve Yeniden İşleme, psikoterapik bir yaklaşım.) kullandığımız yöntemleri yüzyıllar öncesinde kullanarak sosyal yaralarımızı tedavi etmişlerdir." şeklinde açıkladı.

Tarhan, Yunus'un şiirleriyle günümüz modern insanına Allah yolunda yaşama becerisi öğrettiğini aktardı. 

Bu yüksek hedef uğrunda yürümek isten kişiler Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan Yunus Emre kitabını ve Yunus'un şiirlerini okuyarak Yunus'tan mentörlük alarak hayatlarını bu yönde devam ettirebilir. Birçok akademisyenin katkısıyla, Yunus Emre'nin farklı özelliklerinin ön plana çıkarıldığı eser raflarda okuyucuyla buluştu.

Yazının tamamı aşağıdaki gibidir:

Modernizm Kıskacında ‘MENTÖR YUNUS’…

Yunus Emre’nin diğer mutasavvıflardan bir farkı var. Yunus’ta dervişlikle birlikte aynı zamanda Orta Asya’dan gelen bir yeniliğe açık olma, risk alma davranışı olduğu görülür. Yunus, yerinde duramayan bir yapıdadır. Anadolu’nun birçok yerinde, Karaman’da, Malatya’da, Eskişehir’de hatta Azerbaycan’da makamının olması da bunu bir göstergesidir.  Çok gezmiş, her tarafa dokunmuş. Birçok yerde iz bırakmış…

Yunus Emre’yi bugün anlamaya her zamankinden çok daha ihtiyacımız var. Mevlana’yı Mevlana yapan temel fikirleri, Yunus Emre’nin temel fikirlerini bugüne taşıyalım. Onlara bugünün elbisesini giydirelim. Ama içindeki insan Yunus olsun, Mevlana olsun.

Modernizm dünyayı yüceltir. Onun için modernizmin benimsettiği en kutsal değer egodur. Günümüz insanının maalesef en büyük organı egosu olmuştur. Hümanizm de egoyu kutsallaştırır. Böyle olunca insan, ölümü aklına getirmez. Ölümü sorgulamaktan ve düşünmekten, onunla yüzleşmekten hep kaçar… Ölümü yok sayarak mutlu olmaya çalışır, özellikle ölüm aklına gelince bu gerçeğin üzerini örtecek şekilde eğlenceye, tüketime, bazen uyuşturucu maddelere yönelir. Onun içindir ki bize eğlence kültürü olarak lanse edilen şey aslında ölümden kaçma kültürüdür bir diğer yönüyle. O çılgın müzik aslında ölümle yüzleşme bunalımının çığlığıdır.

21. yüzyılda insanlığı dört koldan kuşatan; ego körlüğü, narsizm, kibir, bencillik, hazcılık, konfor düşkünlüğü, beraberinde gelen mutsuzluk ve yalnızlık virüslerine karşı nefis terbiyesinden geçmiş, hoşgörü ve diyalog elçisi Yunus Emre’den bugüne çok önemli mesajlar var. Ölümü vuslat olarak gören, çağının ve bugünün mentörü Yunus’un kaleme aldığı şiirler bize çok şey anlatıyor… Modern çağ, insan ile yaratıcı arasındaki bağı kesme odaklı bireyi yönlendirirken Pozitif psikolojinin filozofu Yunus Emre, yaratan ile yaratılan arasındaki o unutulmaya yüz tutmuş bağı bize yeniden hatırlatıyor ve kuvvetlendiriyor. Toplumsal bir gelişim ve huzur ortamı için Yunus’un söylemlerine şimdi eskisinden daha fazla ihtiyacımız var.

Modernizm, İnsanın Yaratıcıyla Bağını Kesiyor…

 Modern insan, başkalarının kendisini nasıl gördüğüne, çevrenin ne dediğine eskisinden daha çok önem veriyor. Böyle olunca da insanın kendi kendiyle kalması, kendini tanıması zorlaşıyor.

Mantıksal zekâsı yüksek olan kişiler olayları daha iyi kavrıyor. Duygusal zekâsı yüksek olanlar kendi duygularının ve başkalarının duygularının farkına varıyorlar. Sosyal zekâsı iyi olanlar toplumla ilişkilerini sağlıklı kuruyorlar. Vicdani zekâsı yüksek olan kişilerse yaratılışla, kâinatla ilişkilerini daha sağlıklı bir çerçeveye oturtabiliyorlar.

Modernizm tüm bu ilişkiler içinde sadece insanın kendisiyle ve çevresiyle ilişkisini ön plana çıkarıp kâinatla ve Yaratıcı’yla kurulan ilişkiyi göz ardı ediyor. Böylece insanın kâinatla bağını kesiyor. Kitle iletişim araçlarının verdiği mesaj bombardımanının altından kalkamayan insan kendi özü üzerine akıl yürütemiyor. Neyi niçin yaptığını tam olarak bilemiyor. Onay mercii olarak başkalarını görüyor. Takdir edilme duygusuyla kendini başkalarının gözündeki değerine göre biçimlendiriyor. Yeri geliyor, temel ihtiyaçlarının çok ötesinde israf diyebileceğimiz harcamalarda bulunuyor. Bu harcamalar toplumun geneline katkı sağlamayan ama kişinin kendini başkalarının gözünde “değerli” hissetmesine yardımcı olacak şeyler oluyor.

Vicdani zekâsı yüksek olan kişilerse Yaratıcıyla ilişkilerini daha iyi kavrıyor, var oluş sebeplerindeki hikmeti daha çok görebiliyor ve sahte onayların peşinde zaman ve para harcamak yerine gerçek ilişkiler kurabiliyorlar.

Ego Körlüğü ve Büyüklük Hastalığı

 Miskinlikte buldular

Kimde erlik var ise

Merdivenden ittiler

Yüksekten bakar ise

 Gönül yüksekte gezer

Dem-be-dem yoldan azar

Dış yüzüne o sızar

İçinde ne var ise…

 Aksakallı pir hoca

Bilemez hali nice

Emek vermesin hacca

Bir gönül yıkar ise

Sağır işitmez sözü

Gece sanar gündüzü

Kördür münkirin gözü…

İnsanın içinde kibir varsa o dışına da sızar ve kişi yükseklerde gezmeye başlar. Başka insanlara hep yüksekten bakar. Oysa Yunus “Emek vermesin hacca /Bir gönül yıkar ise” diyerek gönül kırmanın ne büyük bir hata olduğunu gösteriyor.

Vicdanı gelişmemiş insanda realite körlüğü olur. Âlem aydınlık bile olsa onun gözü görmez. Gönül kırmak insanın vicdan gözünü kör eder.

Kendini yüksekte gören insanlarda narsistik körlük de vardır. Narsistler özeleştiri yeteneğinden yoksundurlar. Aradığınız şey hemen gözünüzün önünde olsa bile, orada olmadığını düşünüyorsanız onu göremezsiniz. Tıpkı narsist kişilerin kendilerinde hiç kusur olmadığını zannettikleri için hatalarının farkına varamamaları gibi. Bu aslında önyargının oluşturduğu bir körlüktür. Hep başkalarını kusurlu görmenin yarattığı bir yanılgıdır.

 Gönül Çalabın tahtı

Çalap gönüle baktı

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıkar ise

Sen sana ne sanırsan

Ayruga da onu san

Dört kitabın mânâsı

Budur eğer var ise

Allah’ın tahtının gönül olduğunu düşünürsek gönül yıkmak Kâbe’yi yıkmayla eşdeğer görünüyor. Dört kitabın manası da bunu ihtiva ediyor. Yunus Emre bize narsisizme karşı alçakgönüllülük dersi vermiş oluyor.

Bildik gelenler geçmiş

Konanlar geri göçmüş

Aşk şarabından içmiş

Kim mana duyar ise

Yunus yoldan azmasın

Yüksek yerde durmasın

Sinle sırat görmeye

Sevdiği didar ise…

Aşk şarabından içen kişinin kalp kırmaması, alçakgönüllü olması gerekir. Böyle insanlar mezarı ve sıratı unutmazlar.  

Büyüklük hastalığı insanın tüm emeklerinin zayi olmasına sebep olabilir. Bu hastalıkla baş etmenin çaresi ölümle yüzleşmektir. Cennete giden yol, ölümü hatırda tutarak ona göre yaşamaktan geçer. Ölümün firavunları bile ehlileştiren, terbiye eden bir tarafı vardır.

Ölüm Ömre Anlam Katıyor

 Ömrüm beni sen aldattın

Ah n’ideyim ömrüm seni

Beni deprenemez kodun

Ah n’ideyim ömrüm seni

 Benim varım hep sen idin

Canım içinde can idin

Hem sen bana sultan idin

Ah n’ideyim ömrüm seni

 Bir gün ola sensiz kalam

Kurda, kuşa öğün olam

Çürüyüben toprak olam

Ah n’ideyim ömrüm seni

 Miskin Yunus bilmez misin

Yoksa nazar kılmaz mısın

Ölenleri anmaz mısın

Ah n’ideyim ömrüm seni

Modern çağın insanı ölümle yüzleşmekten kaçarken, Yunus Emre’nin birçok şiirinde ölümle yüzleşme teması vardır. İnsanın en büyük sermayesi olan ömrü boşa harcamanın verdiği acı dile getirilir. Yanlış tercihlerin sonunda hep bir feryat duyulur.

İnsanı diğer canlılardan ayıran bir özelliği de öleceğini biliyor olmasıdır. İnsan ölümü düşünmeden duramaz. Hayvanlar öleceklerini bilmedikleri için rahat davranabilirler. Kesimi bekleyen koca boğalar hiç kıpırdanmadan sıralarını beklerler ama insanda hep bir ölüm düşüncesi ve korkusu vardır. Bununla baş etmenin yolu ölümle yüzleşmektir.

İnsan karşılaştığı olayları sorgulayan bir varlık olarak ölümün manasını düşünür. Yunus Emre ölümü ve ömrü sorgularken ölüm olmasaydı ömrün insana yük olacağını bildirir. Çünkü ömür insana dert getirir, külfet getirir, yorgunluk getirir.

Ömrü bir sınav dönemi olarak düşünelim. Hayatın içinde bir sınava gireceğimiz zaman sınavdan sonrasını düşünüp rahatlarız. Kurduğumuz hayal bizi motive eder. Sınavdan geçmenin tadını düşünüp çalışmaya konsantre olabiliriz. Bu nedenle ders çalışma sorunu olan gençlere “Bu dersi neden çalışıyorsun hatırla” deriz. Muhtemeldir ki onlar da meslek sahibi olup kendilerine güzel bir hayat kurmayı hayal ederler. Hayalleri onlara çalışma gücü verir.

Yunus da çileli bir ömrün ancak ölümle değer kazanacağını ifade ediyor. Dünyanın amaç olmadığı, sadece ölümden sonraki hayat için geçici bir süre konaklanılan yer olduğunu, zorunlu bir görev olduğunu söylüyor. İnsan ancak ölümden sonra güzel bir hayata kavuşmayı hedefleyerek dünyadaki zorluklara katlanabilir. Bu şiir kişinin ömrünü birinci amaç haline getirmemesini, ölümün bir son olmadığını, asıl vatana ölümden sonra geçileceğini telkin ediyor.

Ömrü bir sermaye olarak görmek ve her haliyle kabullenmek gerekir. İnsan bu dünyada yolcu olduğunu unutmamalıdır. Modernizm insana dünyaya ne kadar dalarsa o kadar mutlu olacağını söylese de Yunus bunun tam tersini anlatıyor. Modernizm ölüm karşısında çaresiz kalırken Yunus Emre asıl ölümden sonrasına işaret ediyor. Dünya üzerinde derdi olmayan insan yok. Yunus bu tatsız tuzsuz yaşamın ancak ölüm şarabıyla tatlanabileceğini söylüyor.

Egosu Yüksek Dervişlik Olur Mu?

Sofuyum halk içinde

Tesbih elimden gitmez

Dilim marifet söyler

Gönlüm hiç kabul etmez

 Boynumda icazetim

Riya ile taatim

Edişem ayrık yerde

Gözüm yolum gözetmez

Hoş dervişem sabrım yok

Dilimde ezkarım çok

Kulağımdan gireni

Hergiz içim işitmez

Görenler elim öper

Tac ü hırkama bakar

Şöyle sanırlar beni

Zerrece günah etmez

Dışımda ibadetim

Sohbetim hoş taatim

İç pazara gelince

Bin yıllık ayyar etmez

Dışım derviş, içim boş

Dilim tatlı, sözüm hoş

İlla ben ettiğimi

Dinin değişen etmez

Görenler sofu sanır

Selam verir utanır

Anca iş koparaydım

El erüben güç yetmez

Söylersem marifeti

Saluslanırım kati

Miskinliğe dönmeğe

Gönlümden kibir gitmez

Yunus, eksikliğini

Çalabına arz eyle

Onun keremi çoktur

Sen ettiğin o etmez4

Yunus Emre, bu şiirde kendi şahsına yönelse de hakkı verilmemiş dervişliği eleştiriyor. Dilinin marifeti anlattığını ancak bunun yanında hilelerden vazgeçmediğini, gönüldeki kibrin huzura kavuşmasına engel olduğunu söylüyor. Narsist kişiler kendilerini kusursuz gördüklerinden bütün iyiliklere layık olduklarını düşünürler. Küçük ve sıradan şeylerle mutlu olamazlar. Kendilerini değil, dünyayı değiştirmeyi hedefler.

Benmerkezciliğin iki özelliği vardır: Küçük şeylerden mutlu olmayı başaramamak, kendini değiştirmek yerine dünyayı değiştirmeye çalışmak. 

Yunus bu şiirde aynı zamanda şekil Müslümanlığından da bahsediyor. Dış görünüşü derviş gibi olan ancak iç âlemi boş insanlardan dem duruyor. Bu tip insanların dilinde hayatı düzenleyen kurallar olsa bile bu kuralları kendi hayatlarına uygulamazlar. Çünkü buna ihtiyaç olduğunu göremezler. Onlar her halleriyle iyi, güzel, doğru hatta mükemmeldirler. Kendilerini o kadar mükemmel hissederler ki kuralların kaydı altına girmeleri kadar abes bir şey olmadığını düşünürler.

 Yunus, eksikliğini

Çalabına arz eyle

Onun keremi çoktur

Sen ettiğin o etmez

Bu dizeler insanı ego körlüğünden uyandırmak için söylenmiş gibi. Yunus bize insanın ilk önce kendine karşı dürüst olması gerektiği dersini veriyor. Hatasını kabul eden insan o hatadan kurtulma yolunda önemli bir adım atmıştır. Halimizi arz edeceğimiz bir Yaratıcımız olduğuna göre aynı hatalarda ısrar ederek zaman kaybetmek yerine bir adım atmalıyız. Yunus asırlar öncesinden bize bunu söylüyor.

 Eşik Altı Bilgilerle İnsan Bilinci Yönlendiriliyor

Hayrettin Karaca, Tema Vakfı’na yaptığımız bir ziyarette S şeklinde yetiştirilmiş bir çam ağacı göstererek “Bunlar aklı kıt, parası çok insanlar için yetiştirdiğimiz fidanlar” demişti.

İnsanın sadece kendisinin veya sınırlı sayıda insanın sahip olmasıyla kendini iyi ve ayrıcalıklı hissettiği eşyalar kişiye narsistik bir haz yaşatır. Bu yöndeki talepler de narsistik duyguların dışavurumu olarak okunabilir. Sırf bu duyguları tatmin etmek için bazı kişilerin gömleklerinin cebine isimlerinin ilk harfinin işlendiğini ve bu gömleklerin fahiş fiyatla alıcı bulduğunu siz de görmüşsünüzdür. Bu çok basit bir biçimde egoya hitap eden bir satış tekniğidir. Egosu yüksek kişiler bu satış hilelerine kolayca aldanabilirler.

Bu çağda eşik altı algılama yöntemleri de insanların davranışlarını yönlendirebiliyor. Film izlerken beynimizin algıladığı ama göremediğimiz 25. kareler bize hep bir mesaj verir. Kola ile ilgili böyle bir uygulamadan sonra farkında olmadan “Kola iç” mesajını alan seyircilerin antraktta kola satın alma davranışları % 57 artmıştır.

Nöropazarlama tekniği diye anılan bu yöntemle sinir sistemi beyni yanıltarak onu kurgulanan biçimde yönlendirebiliyor. Alışveriş merkezlerinde müziğin arasına “Şurayı ziyaret et, şunu al” gibi mesajlar yerleştirilebiliyor. Ahlaki olmayan ve gizlice yapılan pazarlama oyunları kapitalist ahlakın bir uzantısıdır.

Bu örnekler teknolojinin nasıl da insanın bencil yönünü öne çıkarmaya yönelik bir araç olarak kullanıldığını gösteriyor. Ancak davranışlarını sürekli olarak gözden geçirebilen, haddini bilen, dünyaya ne için gönderildiğinin farkına varabilen kişiler bu tür yöntemlerin hükmü altında kalmazlar. Bilgelik budur aslında. İnsan kendini tanırsa hem kendi gücünü hem de karşısındakinin yapabileceklerini görüp stratejiler geliştirebilir, doğru davranışı yakalayabilir.

“Yol odur ki doğru vara

Göz odur ki Hakk’ı göre

Er odur alçakta dura

Yüceden bakan göz değil…”

Kibirli İnsan Güçlü Değil, Zayıftır…

İnsanın kibirli olması, yukarıdan bakması, diğer insanları ikinci sınıf görmesi yanlış yolda olduğunu gösterir. Yunus Emre, bu yolda gidenlerin doğruya varamayacağını vurgular. Elinde yanlış bir harita olan insan hakikate ulaşmak için elinden geleni yapsa da yanlış yola girer. Kibirli, önemli ve öncelikli olmak isteyen ego sahibi insan zayıf yönlerini göremediği için karşısına çıkan tehlikelerle baş edemez. İnsanın kibir sahibi olması önce kendine zarar verir.

Bir başkasının kalbini kırıp bunu önemsememek vücuda giren mikroba benzer. Kolunuzda küçük bir sivilce çıktığında bunu dikkate alıp ilerlemesini durdurmak için harekete geçmezseniz o sivilce lenf bezlerine kadar etki edebilir. Oysa sorun küçükken tedbir almak çoğu kez hayat kurtarır. Bir insanın kalbini kırmak aynen buna benzer, kalbe giren virüs gibidir. Onun için hata yaptığımızı fark ettiğimiz anda oradan dönmek, zarar verdiğimiz kişiden özür dilemek, onun gönlünü almak, tövbe etmek içimizdeki habis birikintiyi temizler. Hatalarımızı önemsememek kalbin tamamen çürümesine, kararmasına kadar gidebilir. İslam bu nedenle tövbeye büyük önem ve yücelik atfetmiştir.

İlk günahlar çoğunlukla küçüktür, belki beyaz bir yalandır. Ama yangını çıkaranın büyük ya da küçük bir kıvılcım olmasının bir anlamı var mıdır? Sonuç itibariyle ikisi de yakar kül eder.

Küçük de olsa iyiliği hafife almamak gerekir zira karanlıkta yakılan küçük bir mumun neyi ve kimi aydınlatacağını bilemezsiniz. Yüzlerce kişi küçük bir mum yaktığında karanlık ortadan kalkar. Küçük şeyler bazen bir savaşın kazanılmasına yardım eder. Hani karıncaya “Nereye gidiyorsun?” diye sormuşlar da “Kâbe’ye” demiş. “Varamasam da bu uğurda ölürüm hiç olmazsa.” İşte toplumsal bir gelişim ve huzur ortamı için Yunus’un bu bakış açısı gereklidir.

Bencil İnsanın Halleri

Bencil insan hatasını görse bile kolaycılığı seçip görmezden gelebilir, sorumluluğu tamamen başkalarının üstüne yıkabilir. Oysa bu kısa vadeli bir rahatlama sunar. Uzun vadede işler daha da zorlaşır. Bu tavrın arkasında bencilliğin yanında yalancılık da vardır.

Güzelliklerin toplandığı odanın kapısını ancak doğruluk, kötülüklerin toplandığı odanın kapısınıysa yalan ve ikiyüzlülük açar. Yalan söylemek aslında insanın kendine güvenmemesiyle ve kendiyle yüzleşememesiyle alakalıdır. Bu da uzun vadede insanı yalnızlaştırır. Yine güvensizlik ve düşmanlık duygusu içinde olmak, yalanı devreye sokabilen bir duygu halidir. Sürekli saldırı altında olduğunu düşünen insan yalanı da meşrulaştırabilir.

Düşmanlık duygusu yüksek olan kişi kendi egosunu ön plana çıkarır. İyi zan üzere olan kişi ise zaman kaybetmemek için işin görülmesi adına egosundan vazgeçebilir.

Doğru yerde duran insanın düşmandan korkmasına gerek kalmaz. Güzel bir Azeri atasözü vardır: “Düz giderim hakimle işim olmaz, az yerim hekimle işim olmaz” diye. Yalan söylemeyen, işinin yürümesi için oyunlar çevirmeyen insanın korkusu daha azdır. Zaten insanın düşmanlıkla uğraşmak yerine kendi işine, doğru bildiği işlere odaklanması gerekir.

Yunus Emre “Gülle diken bir aradaysa gülü görürüm, dikene elim uzanmaz” der bir şiirinde. İnsanın huzur bulabilmesi için “iyi zan” dan ayrılmaması önemlidir. Kötü zan insanı tedirgin etmekten, yoğunlaşması halinde ciddi şüphe ve paranoyalara dönüşmekten başka bir şeye yaramaz. Özünü bulan kişi kötü zannı terk edip yaratılmış olan her şeye saygı duyar. Karıncanın bile hukukunu unutmaz.

İnsanın iç huzurunu yakalayabilmesi için içindeki dostluk ve düşmanlık duygularının farkına varması gerekir. Akil adam, düşmanlık duygularını fark edip bunları iyi zanna tebdil eder, iyi zannını arttırdıkça da sükûnete ve huzura kavuşur. Buna iç huzurun anahtarı da diyebiliriz.

İnsanlarla ilişki kurarken aksini görmedikçe herkesi dost kabul etmek gerekir. Aynı zamanda her iyi insanın kötü taraflarının, kötü gibi görünen her insanın da iyi taraflarının olduğu unutulmamalıdır. Bediüzzaman yüz kişilik bir gemide doksan dokuz tane katil olsa bile oradaki bir kişinin hürmetine geminin batırılamayacağını söylerken tam da bunu kasteder.

Hakk’ı Hedefleyene Başka Yollar Dar Gelir

Şiirin devamında Yunus Emre bize Hakk’ı hedefleyen insana başka yolların dar geldiğini anlatıyor. Ona göre hedef, Kur’an’ın öncülüğü ve Hakk’ın yoldaşlığıdır.

İnsanı Allah yolundan alıkoyan her şey ona göre yabancıdır, onlardan uzaklaşılması gerekir. Allah’ın helal saydığı nimetlerin dışında bir şeye bağlanmayan bir derviş portesi çizer. Dünya “deni” kelimesinden gelir, yani alçak demektir. İnsanın gönlüne Allah aşkı yakışır, oraya dünyayı koymak insanı yolundan uzaklaştırır.

İnsanın bir sevgi piramidi oluşturması gerekir. Bu piramidin tepesinde onun en sevdiği şey yer alır. En üste konan şey insanın kutsalıdır. Yunus Emre’nin hedefi piramidin en tepesine Allah sevgisini koymaktır.

Bu zamanda insanları ikna etmenin yolu helal eylemlerin içinde küçük bir cennet olduğunu, haramların içinde de küçük bir cehennem olduğunu göstermektir. Cenneti güzel bir yer diye anlatmak insanları tatmin etmeyebilir. Ancak insan dünya sevgisini kalbinden çıkarmadıkça tam bir sükûnet bulamaz. Dünyayı cismen değil kalben terk etmenin gereği vurgulansa belki daha ikna edici olabilir. Said Nursi “Neden herkese terakki dünyası olsun da Müslümanlara tedenni dünyası olsun” der. Terakki içinde de huzur ve sükûnet olabilir. “Elinde olsun ama gönlünde olmasın” düsturu burada çözüm yolu olarak görünmektedir.

Pozitif Psikolojinin Filozofu…

Derviş, kin tutmamayı başaran, yabancıyı da dost kabul eden kişidir. Böylesi bir ruha sahip kişiler genelde insanlara karşı kabullenicidirler. Kabullenicilik, koruyucu ruh sağlığı açısından da önemlidir. Bir insanda dostça olmayan bir davranış görmedikçe o insanı dost kabul etmek ruh sağlığını korumak açısından da tavsiye edilmektedir.

Yeni tanışılan bir kişiye potansiyel dost gözüyle bakmak, o insanı kabul etmek pozitif psikolojinin temel verilerinden biridir. Şiirde dervişlik özelliği olarak sunulan sessizlik de mutluluk biliminin bir verisidir; kendine sessiz zaman ayırmak. Gelişmiş ülkeler rekabet ve hızlı yaşamın kötü sonuçlarını daha erken tecrübe etmeye başladılar. Batı’da artık insanlara rekabet değil birbirinin eksiklerini tamamlamak gibi değerler tavsiye ediliyor.

Bir başka öneri de “dur-düşün-yap” formülü. İnsanın kendi içinde olayları muhasebe edebilmek için sessizliğe ve zamana ihtiyacı var. Demek ki Yunus Emre’nin asırlar önce dervişlik vasfı olarak andığı özellikler bugün pozitif psikolojinin önerileri haline geldi. O halde Yunus Emre’ye pozitif psikolojinin filozofu diyebiliriz. Sessizlik içinde kendi kendine kalabilmek, durup düşünmek insana özeleştiri yapma imkânı sağlar, iç hesaplaşmaya yol açar. Böylece özbilinç gelişir. 

İç hesaplaşma yapabilmek, öz bilinç sahibi olmak, ötekine kin tutmamak, yabancıya düşman değil dost olma potansiyelini gözeterek bakmak… 

Bugünün dünyasında minimalist akımlar bu tür ihtiyaçlardan çıkıyor. İnsanlar artık “kazan-tüket” çarkından kurtulmak istiyor. Ekonominin dişlileri insanlar arasındaki mücadeleyi körükledikçe stres ve kaygı artıyor, huzurdan eser kalmıyor. Artık insanların bedenleri de ruhları da yorgun. Sosyal bağlar zayıf. Belki önümüzdeki yıllarda siyasal tartışmalardan çok toplumsal psikoloji konuşulacak. Depresyon, intihar, uyuşturucu kullanımı, boşanma, yalnızlık hiç olmadığı kadar tırmanışta.

Yapılan araştırmalar hastalıkların yarısından fazlasına yaşam biçimi ve kötü beslenme alışkanlıklarının sebep olduğunu gösteriyor. İnsanlık “Nasıl daha doğru yaşarım?” sorusunun cevabının peşinde. O halde bir durup düşünmek gerekiyor.

Düşmanlık Duygusu İnsana Zarar Verir

Yunus Emre miskinlikle tembelliği değil sıradan, sade şeylerle mutlu olabilmeyi kastediyor. İnsanı insan olduğu için değerli buluyor. Düşmanlık istiyorsak kin duygusuna düşmanlık etmemizi tavsiye ediyor. Bu anlayış,

“Dost istersen Allah yeter

Yaran istersen Kur’an yeter

Mal istersen kanaat yeter

Düşman istersen nefis yeter

Nasihat istersen ölüm yeter” düsturunun bir başka açılımı olarak karşımıza çıkıyor.

İnsanın kötü diyebileceğimiz duyguları bile iyiye kanalize edilebilir. Kin duygusu besleyen kişinin en büyük zararı yine kendinedir. İnsana zarar veren beş duygu vardır; kin, nefret, öfke, haset ve düşmanlık. Bu duygular beyinde asit özellikli kimyasalların salgılanmasına yol açar ve vücut hemen savunma pozisyonuna geçer. Bu durum kısa vadede vücudu uyanık tutsa bile uzun vadede yüksek tansiyona, mide rahatsızlığına, cilt hastalıklarına neden olur. Yani kin ve türevi olan duygular insana fiziksel olarak da zarar verir.

Düşmanlık duyduğumuz biri varsa, hayat boyu ona karşı tetikte olmamız gerekir. Bu, katlanılması güç bir külfettir. Beyin hep savunma pozisyonunda çalışacak, hayatta güven değil şüphe esas olacak… Hâlbuki insan ilişkilerinde güven esastır. Şüphe istisnai durumlarda işe yarayan bir duygudur.

Kendini güvende hissetmeyen kişi maddi manevi enerjisini hep savunma gücü için harcar. Düşmanlık duygusu ağır basan kişi hayatında hiçbir güvenli alan inşa edemez. Bu insanın kimlik duygusunu da etkileyen bir hal alır. Travma tedavisinde insanlara huzur ve güven içinde oldukları bir alanı hayal etmeleri önerilir.

Bir de insanlar psikolojik olarak düşmanı hep dışarıda ararlar. Bu biraz da insanın özeleştiri yeteneğiyle ilgilidir. Yaşadıkları olumsuzluklarda kendi hatalarını görmeye çalışanlar birçok sorunu daha rahat çözerler.

Yunus Emre, İnsanlara Duygu Yönetimini Şiir Dili İle Öğretti 

Yunus Emre, insanlara duygu ifadesi öğretmiştir. Şiir, duyguları ifade etmenin en güzel araçlarındandır. Yunus da Mevlana da Anadolu’nun perişan halini, kötüye gidişi görmüşler, bunu dert etmişlerdi. Hazreti Peygamberin insanların Allah’a isyan eden davranışlarını görüp de ağladıkları gibi...

Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Onlar da dünyaya, maddeye yönelmiş kalpleri manaya, Allah’a iletmekle vazifelidir. Yunus da kaos ve öfke içindeki mutsuz, birbiriyle savaşan insanların içerisindeki güzelliği keşfediyor ve şiirleriyle onlar adına ifade ediyor. Şiirlerini okuyan kişiler rahatlıyorlar. Bu sayede ümit duyguları canlanıyor. Dolayısıyla Mevlana ve Yunus, EMDR’de kullandığımız yöntemleri yüzyıllar öncesinde kullanarak, sosyal yaralarımızı tedavi etmişlerdir.

Yunus Emre günümüz modern insana bu yaklaşımlarıyla Allah yolunda yaşam becerisi eğitimi veriyor. Yüksek hedefe giden kişilere mentörlük yani yaşam koçluğu yapıyor.


Okunma : 3218

ÜHA

 

Haberler

Foto Galeri