[caption id="attachment_32188" align="alignleft" width="300"] Prof. Dr. Nevzat Tarhan[/caption]
Üzerine sımsıcak ekmek buğusu sinen, elini omuzumuza koyduğunda bütün kötülüklerden emin olduğumuz kişi o. Sevgisini derinlerde yaşayan, bizim için herkesten çok kaygılandığı halde simasında sadece bir çift ciddi gözle hatırladığımız. Nerede olursak olalım yaşadığımız yeri dünyanın en güvenli yerine dönüştüren kahramanımız… Babamız. Onda Rabb’imizin Rahman isminin emarelerine rastlarız. Şefkatle kol kanat gerişi, rızkımız için döktüğü alın teri ve yılların hoyrat rüzgârlarına karşı önümüzde bir dağ gibi duruşu Rahman isminin tecellilerinin fiiliyata dökülmesinden başka bir şey değil.
Her şeye merhametle muamele ettiği gibi, yarattıklarının fıtratına da sevgi, şefkat ve merhamet duygusu veren Cenâb-ı Hak bizi onun aracılığıyla güvende hissettirir. Ne var ki herkesin emanetine aynı ölçüde sahip çıktığını ve bu İlahî rahmeti görebildiğini söyleyemeyiz. Kendi sorumluluklarından sıyrılan, karısı ve çocuklarına şiddeti reva gören eşler de var. Merhametsizlik öyle bir hal aldı ki psikolojik şiddet sözlü şiddete; sözlü şiddet kaba kuvvete hatta cinayete dönüşebiliyor. Her hikâyeden geriye dağılmış aileler, sahipsiz çocuklar ve bir yığın sorun kalıyor.
Aile huzurla eşdeğer olduğu halde ‘aile içi şiddet’ diye bir kavramla karşı karşıya kalıyoruz. Şiddeti yuvayla ve aile birliğiyle birlikte anmak içimize sinmese de menfî duygularla hareket eden Mevlâmız’ın emanetlerine zulmeden eşlerin fiillerini ‘aile içi şiddet’ olarak tarif ediyoruz. Ama gazetelerin üçüncü sayfasında rastladığımız olayların kaynağında temelde aynı sorunlar yatıyor: Eşler arası iletişim eksikliği, öfke kontrolünün kaybedilmesi, bağımlılıklar ve kişilik bozuklukları. Erkeğin psikolojik rahatsızlıklarının ileri safhalara ulaşması çok daha vahim sonuçlara sonuçlara yol açabiliyor. Günümüzde de kadına yönelik şiddet hepimizi ürkütecek boyutlara ulaştı.
Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kaba kuvvetin son on yılda yüzde 57 arttığını belirterek, sorunun çözümü için iki aşamalı bir yol izlenmesi gerektiği kanaatini taşıyor: “Şiddetten sonra yapılacak çalışmalar ve önleyici sağlık çalışmaları olarak iki gruba toplanabilir. Alkol kullanımı, psikiyatrik tedavi görenler ve parçalanmış aile içinde büyüyen kişiler bu risk grubunu oluşturuyor. Bu kişilerin tedavisinde de aile hekimleri yardımcı olabilir. Aile hekimlerine bu konuda eğitim verilmesi gerekir.” Her rahatsızlıkta olduğu gibi burada da en zor olan aşama şiddete meyilli kişinin hastalığını kabul etmesi ve tedavi sürecinin başlayabilmesi.
Tarhan, şiddet uygulayanın da ona maruz kalanın da mutlaka destek alması gerektiğini ve ancak bu şekilde aile çatısının onarılabileceğini vurguluyor: “Çiftin tekrar birleşmesi mümkünse tedaviden sonra bir araya getirilmeli. Şayet kadın bunu istemiyor ve kocada da bir değişiklik yoksa bu konuda eş asla zorlanmamalı. Sorun yaşayan ailenin psikolojik durumu aile hekimi tarafından da gözetlenmeli. Tabii aile hekimi de bu konuda eğitimli olmalı.”
Yrd. Doç. Dr. Özlem Mestçioğlu Gökmoğol
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özlem Mestçioğlu Gökmoğol da Türkiye’de cinayet sonucu ölen kadınların yüzde 70’inin eşi tarafından öldürülen kişiler olduğuna dikkat çekerek, her türlü fiziksel saldırının önlenmesi için şu önerileri sıralıyor:
“Şiddete maruz kalan kadınların durumlarını anlatabileceği platformlar genişletilmeli ve temel eğitimden başlayarak şiddetin önüne geçecek her türlü tedbir alınmalı. Zira yalnızca eşe şiddet uygulamakla sınırlı kalmayan öfke kontrolü sorunu, çocuklarını dövmekten çalışanlarına tahakküm uygulamaya kadar geniş bir alana yayılıyor. Örneğin öğretmenin yaramaz çocuğunun kulağını çekmesi bile çocuğun gözünde kaba kuvveti meşrulaştırmaya yol açabiliyor. Yarın eş olduğunda gücü yettiği için karşısındakinin canını acıtacak yollara başvurabiliyor. Bu yüzden şiddetin çözümünü eğitimde aramalıyız.”
Tertemiz zihinlere sahip çocukların merhamet duygusuyla büyümesi ve baskıdan uzak yetişmesi onların kuracakları yuvanın huzuru için de ehemmiyetli. Yüreğimizi haksızlık etme azabından kurtaran vicdan eğitiminin çocukluk yıllarımıza yayılması şiddeti önlemek için ilk alınacak tedbir. Çünkü vahyin ışığında şekillenen vicdan, sevdiğimiz birine zulmetmek şöyle dursun, hiç tanımadığımız insanlar için gözyaşı dökecek merhalelere ulaştıracak bir iç disiplin kazanmak anlamına geliyor. Bu sebeple vicdan çekirdeğinin erken çocuklukta ve aile ortamında filizlenmesi ve büyüklerimizin “Gören kuşlar gördüğünü işler” sözünü sıkça hatırlamakta fayda var. Eğitim, yaşanacak sorunlar için alınacak en büyük önlemken halihazırda kalpleri yaralayan şiddet vakalarının azaltılması için etkin devlet politikalarına ihtiyaç var elbette. Ülkemizde kadına yönelik şiddeti önlemek için yürütülen çalışmaların giderek daha kapsamlı hale geldiğini söyleyebiliriz. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesindeki Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün ‘Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 2010 Yılı Raporu’ da bu bilgimizi doğruluyor. Rapora göre Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Diyanet İşleri Başkanlığı’na kadar pek çok kurumun sorunla ilgili çalışma yürüttüğünü görüyoruz. Kadın Sığınma Evleri Projesi, din görevlilerin eğitilmesi, sağlık personelinin psikolojik destek konusunda bilinçlendirilmesi, ilköğretim ders kitaplarının her türlü cinsiyet ayrımcılığına ilişkin ifadelerden arındırılması, Tedavi Hizmetleri bünyesinde Tıbbî Sosyal Hizmetler Şubesi kurulması yürütülen çalışmalardan yalnızca birkaçı.
Ayrıca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, aile bireylerinin şiddetten korunmasına dair kanun tasarısı hazırladı. Tasarıya göre savcılıklara şiddetten korunma büroları kurulacak ve kaba kuvvetin uygulanma ihtimaline bile hapis cezası verilebilecek. Bu arada şiddete karşı en etkin çözümlerden biri olan ve Avrupa’da kullanılan elektronik kelepçenin Türkiye’de de en kısa zamanda uygulamaya konulacağınıhatırlatalım. Söz konusu kelepçe, zanlının el ve ayak bileklerine takılarak mağdura yaklaşması durumunda sinyal veriyor. Ardından bileklikteki özel sistem devreye girerek zanlının yaklaşmasına engel oluyor. Mesafe aşıldığında ise güvenlik güçleri olay yerine gidiyor.
Aileleri dağıtan ve ne yazık ki ölümlerle sonuçlanan şiddet olaylarının ortadan kaldırılması için sivil toplum kuruluşları da ellerinden geleni yapıyor. Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, Kadın İzlenim Merkezleri’nin hayata geçirildiğinin müjdesini veriyor. Kadına yönelik şiddet konusunda hazırladıkları acil yardım önerilerini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sunan Güllü, çalışmanın başlatıldığını anlatıyor. Proje kapsamında Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Ruh Sağlığı Şubesi tarafından mağdurlara tedavi hizmeti verilecek. Bu merkezler aracılığıyla polis ya da savcılığa başvuran kişinin sağlık durumu takip edilebilecek.
MEDYAYA BÜYÜK İŞ DÜŞÜYOR
Her türlü toplumsal olayda dördüncü kuvvet olarak tanımladığımız medyaya kadınların mağduriyetlerinin giderilmesi konusunda büyük görevler düşüyor. Kumandayı elinize alıp kanallar arasında gezinirken bile eşinden tokat atan, çocuklarına küfreden, alkolü su gibi tüketen bir baba rolüne rastlıyoruz. Hal böyle şiddetin her türlüsünün boy gösterdiği ışıklı ekranın gözden geçirmemiz gerekiyor. TRT’ye bağlı televizyon ve radyolarda kadına yönelik şiddet, töre cinayetleri, öfke kontrolü toplumsal cinsiyet konulu programların yayınlıyor, ancak bu sorumluluğun diğer televizyon kanalları tarafından da üstlenilmesi çözüme daha çok katkı sağlayabilir. Aileyi Koruma ve Destekleme Derneği Başkanı Ayşe Bostancı da medya dilinin değişmesi gerektiğini savunuyor: “Medyanın şiddeti teşvik eden, yol gösteren, kadınları sürekli mağdur olarak yansıtan, nesneleştiren yayınlar engellenmeli. Toplumsal duyarlılığı artırıcı, çözüm öneren yapımların sayısı artırılmalı ve şiddeti besleyen kanallar kontrol altına alınmalı.” Özellikle büyük şehirlerde çok ciddi bir manevi erozyona şahit olduklarını dile getiren Bostancı, şiddetin normalleştirilmesi ve özendirilmesinde baş aktörünün televizyon olduğunu nazara veriyor.
Şiddet Hak edilmez
Bazen tanımadığımız bir simada izlerine rastladığımız bazense bir yakınımızın gözyaşları ve kalp kırıklıklarıyla harmanlayarak bize aktardığı sert davranışlar her birimizin sorumluluklarını gözler önüne seriyor. Zira nemelazımcılık zırhını kuşanan bir çevre anne ve çocuğun çilesine çare olmuyor. Kur’an-ı Kerim akıl yürütmeye sıkça yer verdiği halde böyle bir yaraya kulak tıkamak dinin düsturlarına da ters düşen bir yaklaşım. Çünkü İlahî Beyan’da bize hasredilen akıl yalnızca günlük hayatımızı kolaylaştıran bir yeti değil, vicdanın ya da selim sıfatının sesine kulak veren akıl olarak tarif ediliyor. Bu sebeple mağdurun ailesi, çevresi ve kötü hadiselere şahit olan herkes bu konuda elini taşın altına koymalı. Eş dayağına ya da çocuklara yönelik fiziksel şiddete şahit olanlar, “Kol kırılır yen içinde kalır”, “Aile içi meselelere karışılmaz” diyerek müdahale etmekten çekinebiliyor. Kimi zamansa “O kadın da çok konuşuyordu, dayağı hak etti.” gibi yanlış düşüncelerle baskı meşrulaştırılıyor. Hâlbuki yaşanan her türlü problemin ailelerle istişare edilerek çözüme ulaştırılması en doğru yol. Bununla birlikte hukuken ve dinen sebep her ne olursa olsun insan zulmedilmesinin bir bahanesi bulunmuyor. Anlaşmazlıklar çözülemeyecek kadar derinleştiğindeyse hukuka uygun olarak ve tarafların haklarına riayet edilerek çözülmesi ise son aşama olarak görülmeli. Haksızlığın karşısında mazlumdan yana tavır almayı her hususta düstur edinmeye çalışanların imdadına Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı ‘Alo 183’ hattı yetişiyor. Bu proje şiddet ihbarları da kabul ediliyor ve danışma hizmeti veriyor. Böylece elini vicdanına koyan herkes çözümün bir parçası olabiliyor.
Yanlışları hayatımızdan azat etmek ve huzurla başımızı yastığa koymak refahımızdan ibaret olmadığından şiddet konusunda yapılabileceklerin sınırlarını genişletmek de bize düşüyor. En zor zamanlarımızda kalbimizin kıyısına vuran ‘Rabb’in burhanı’ yani ‘Allah’tan utanır ve korkarım’ hissi vicdanımızı zinde tutma konusunda bize yön verebilir. Aksi takdirde hepimize ulaşan çatırtılarla yıkılan yuvaların altında ruhlarımızın ezilişi sürecek. Daha da acısı ‘baba’ sözcüğünün yanına ekmek buğusu yerine gözyaşının iliştiği hikâyeler dinlemeye devam edeceğiz…
YENİBAHAR
Okunma : 5831