Üsküdar Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor (SKS) Daire Başkanlığı’nın desteği ile Çağın Vicdanı Kulübü’nün düzenlemiş olduğu “Varoluştan Anlam Arayışına Psikoloji Sohbetleri” devam ediyor. Program bu hafta Türkiye’yi yasa boğan depremin acısı gölgesinde gerçekleştirildi. “Hz. Yusuf Kıssası ve Meydana Gelen Musibetlere Yaklaşım” başlığının ele alındığı programda Tarhan, deprem gibi afetlerin birer musibet, musibetler karşısında sabır eğitiminin önemli olduğunu kaydetti.
“Doğal afetler de birer musibettir”
Tüm Türkiye’yi derinden sarsan ve 10 ilde büyük hasara neden olan deprem hakkında açıklamalarda bulunan Tarhan, bu depremin büyük bir musibet olduğuna dikkat çekti. Peygamberlerin hayatlarında birçok musibet yaşadıklarını ifade eden Tarhan, Hz. Yusuf ve Hz. Yakup kıssalarından hareketle musibetler karşısında nasıl davranılması gerektiğini açıklayarak, ‘musibet yönetimi’ kavramı hakkında bilgilendirmede bulundu. Tarhan; “Gerçekten Maraş depremi, Marmara depreminden daha büyük bir deprem. Unutulmayacak bir deprem. Bu hafta Hz. Yusuf ve Hz. Yakup kıssalarından hareketle musibet yönetimi konusunu işleyecektik. Doğal afet de bir musibettir. O bölgede yaşayan belki birkaç milyon kişiyi etkileyen bir musibet yaşandı. Türkiye’nin neredeyse üçte birini, beşte birini etkileyen bir musibet bu. Böyle musibetlere karşı, musibet yönetimi nasıl olmalı, Hz. Yusuf’un hapse girmesi musibet mesela, Hz. Yakup’un evladını kaybetmesi bir musibet. Burada insanların yakınlarını kaybetmesi, doğal afetlerden dolayı meydana gelen vefatlar travma taşır ve musibet denir. Burada işin psikolojik yönü üzerinde daha çok duracağız. Burada Hz. Yakup ve Hz. Yusuf’un kıssaları Kur-an’ı Kerim’de yaklaşık yirmiden fazla yerde geçen kıssalar. Demek ki kader-i ilahi insanoğluna diyor ki ‘Allah’ın iyi kullarının başına gelenlerden sonra ne yaptıklarını örnek alın.’ Bize numune olarak örnek alın diyor. İyilerden mi olmak istiyorsunuz, kötülerden mi olmak istiyorsunuz buna göre karar verin diyor. Burada hep seçim yapacaksınız diyor, hayat bir seçimdir. Her an her dakika mesela şu programı dinlemekte bir seçimdir, bir tercihtir. Bu seçimler sonucunda hayatımızın sonunda bir noktaya geliyoruz. Onun için bizim olayları musibet olarak analiz etmemiz gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
“Hz. Yakup’un imtihan gerekçesi sevgi adaletini sağlama konusunda oluyor”
Hz. Yakup’un evlatları arasında sevgi adaleti sağlama konusunda imtihan edildiğine dikkat çeken Tarhan, şefkat ve muhabbet analizi bağlamında önemli değerlendirmelerde bulundu. Tarhan; “Bediüzzaman Hazretleri Hz. Yusuf kıssasında şefkat ve muhabbet analizi yapıyor. Hz. Yakup’un ve Hz. Yusuf’un başına şefkat ve merhamet üzerinden bir musibet geliyor. Fazla ve karşılıksız sevgi, muhabbet, şefkat ile farkında olmadan bir imtihan başlıyor. Rivayetlere göre Hz. Yakup’un eşi Rahel’in ileri yaşa kadar çocuğu olmuyor. Daha sonra on tane çocuk oluyor. Allah Hz. Rahel’e çocuk nasip ediyor. Kadın çok kıskanılan bir eşmiş. Hatta Hz. Yusuf’un güzelliği de oradan geliyor. Diğer kardeşi de Bünyamin ondan küçük. O da aynı anneden. Hz. Yakup o çocuklar olduktan sonra ondaki bir farklılığı hissediyor. Diğer eşler arasında diğer çocuklar arasında Hz. Yakup’un o ilgisi fark ediliyor. Burada ister muhabbet diyelim ister şefkat diyelim hiç fark etmez. Rahman ismiyle, Vedud ismiyle, Rahim ismiyle bağlantılı bir muhabbet ve şefkat. Hz. Yakup çocuklarının hepsine şefkat gösteriyordu. Fakat Hz. Yusuf’a olan şefkatini belli ediyor. Hz. Yakup’un 12 tane oğlu var. Hz. Yusuf bir rüya görüyor, rüyada 11 tane yıldız bir güneş bir ay kendisine secde ediyor. 11 yıldız diğer kardeş. Güneş, ay annesi ve babası. Onlar ona secde ediyor. Kur – an’ ı Kerim’de geçen bir şey. Babası diyor ki sakın bunu kardeşlerine söyleme sana düşman olurlar. Tevrat’ta Hz. Yusuf’un kardeşlerine söylediği ve söyleyince kıskançlık çıktığı geçiyor. O zaman 17 yaşlarında... O dönemde bunu söylüyor ve ikisinin imtihanı başlıyor. Hz. Yakup’un imtihanı sevgi ifadesi ile ilgili samimi bir duyguyu ifade ederken çocukların penceresinden algılamayı sağlayıp sağlamamasıyla ilgili imtihandan geçiyor. Böyle bir imtihanda eşit sevme gibi bir farkındalığı gösteriyor. Ama Hz. Yakup sevgi ifadesini ister istemez çok belli ediyor Yusuf (a.s.)’ı korumayla ilgili devamlı telkinde bulunuyor, korumacılığını belli ediyor en azından. Ayrımcılık yapmıyor kardeşler arasında ama korumacılığını belli ediyor Hz. Yusuf’a karşı. Böyle bir durumda kardeşler arasında meydana gelen kıskançlık ile Hz. Yakup’un imtihanı başlıyor. Sevgi adaletini sağlama konusunda kader, imtihan gerekçesi olarak alıyor bunu imtihan başlıyor. Hz. Yusuf gittiği zaman kardeşleri birleşiyor öldürmek istiyorlar. Hatta bazı rivayetlerde diyorlar ki öldürmeyelim kuyuya atalım diyorlar ve o şekilde oluyor. Kuyuya atılıyor onlar da oradayken satıyorlar onu köle olarak. Daha sonra koyun kesiyorlar ve Hz. Yakup’a yapıyorlar kurtlar kaptı, gömleğini bulduk diyorlar. Hz. Yakup inanmıyor tabi. Ama müthiş bir hüzün başlıyor bu sefer. Rivayete göre bir 17 sene falan sürmüş o ayrılışı. Şimdi Hz. Yakup’un musibeti böyle başlamış.” şeklinde konuştu.
“Musibet karşısında çıkaracağımız en büyük ders: Sabır eğitimi”
Musibetler karşısında sabretmenin önemini vurgulayan Tarhan; “Hz. Yusuf’un kaybolmasıyla başlayan musibetler karşısında Hz. Yakup’un gözleri üzüntüden kör oluyor. Yine de Allah’a küsmüyor, musibet anında Allah’a itiraz etmiyor. Allah’a şükürsüzlük yapmıyor. Çocuklarını iyi yetiştirmeye çalışıyor, diğerlerini cezalandırmıyor, diğerlerine kötü davranmıyor. Allahtan gelmiştir deyip sabrediyor. Sabır burada ne oluyor, kimden geldiğini biliyor ve böyle bir durumda sabır kavramını kullanıyor ve bekliyor. Allahtan ümidini kesmeden bekliyor. Musibet karşısında demek ki en büyük çıkaracağımız ders, sabır eğitimi. Sabırda ne vardır, sabır demek böyle bir kenara çekilip beklemek değil, ağlamak değil, sabır meditatif bir eylem. Doğanın hız ve ritmine uygun davranmak. Böyle bir musibetin kimden geldiğini biliyor. O kâinatın sahibinden geliyor. Bunun benim bilmediğim bir gerekçesi vardır, nedeni vardır diyor. Göremediğim bir neden vardır bir hikmet vardır diyor ve tahammül ediyor, sabrediyor. Tabi şimdi burada Hacı Bektaşi Veli Makalat eserinde aklı dörde ayırıyor. Biri gece nuruyla olan akıl. Gecede ne kadar görebilirsin? Gece yol almak istesen gece karanlığında çok sınırlı hareket edersin. İkinci gündüzün nuruyla olan akıl. Gündüz daha iyi yol alırsın bir hedefe giderken. Üçüncüsü sidrenin nuruyla olan akıl diyor. Sidre en yüksek yer demek. Mesela Himalaya’lara çıkmışsın veya bulunduğun şehrin en yüksek yerine çıkmışsın daha çok yer görüyorsun. Onunla veriye dayanan akıl bu. Dördüncüsü de arşa dayanan akıl diyor. Arşın nuruyla olan akıl diyor, arşın ışığıyla yani Allah katındaki akıl diyor. Yani burada Hz. Yakup arş makamındaki akılla bakıyor olaya. Kuş bakışı bakıyor, arşın nuruyla olan akıl, Hz. Yakup bunu görüyor. Arşın nuruyla olan akılı görünce hikmet var bunda diyor ve isyan etmiyor itiraz etmiyor.” dedi.
“Musibetlere sadece dünya aklıyla değil ahiret aklıyla da bakabilmek önemli”
Musibetlere yalnızca dünya aklıyla bakmanın yeterli olmadığını ifade eden Tarhan aynı zamanda ahiret aklıyla bakmak ve o şekilde değerlendirmek gerektiğini vurguladı. Tarhan; “Mesela bir anne ve babanın evladının ölümü en büyük travmadır, evlat acısı. Travma değeri en yüksek olan şeylere baktığımızda, birinci sırada eşin ölümü geliyor. Hatta ondan önce eşinin aldatması geliyor en büyük travma değeri yüksek olan puan, ondan sonra evlat acısı geliyor. Hayat olayları stres ölçeğinde uyguladığımız stres değeri en yüksek olay nedir diye sıralıyoruz puanlıyoruz bu çıkıyor ortalamada. Şimdi böyle bir evlat acısı o kadar sevdiği bu ciddi bir travmadır. Bu travmayı böyle peygamberlik makamından bakarak sidreden ve arştan bakar gibi baktığı zaman dayanabiliyor buna Hz. Yakup. Bizim buradan çıkaracağımız şey musibete bu akılla bakabilmek. Sadece dünya aklıyla bakmıyorsun, ahiret aklıyla da bakıyorsun. Arşın aklıyla bakınca, arş aklı demek sadece dünyayı değil bütün kâinatı ölümden sonrasını kara delikten sonrasını da gösteriyor. Kuantumda kara delikten sonra evren bitiyor gözüküyor ya onun arkası artık zaman ve mekândan bağımsız alem diye bir gerçeklik başlıyor. Şu an dünyada bir illüzyonda yaşıyoruz. İllüzyon nedir? Yanılsama olarak geçer simülasyondur bir çeşit, bir rüya gibidir. Biz şu anda rüyada yaşıyoruz ölünce uyanacağız. Öldükten sonra uyanacağız, öldükten sonra başka bir hayat gerçek hayat ahiret hayatıdır diyor Rasulullah, ona gideceğiz diyor. Şu anda bilen bunu bu dünyadaki hayatın bir, illüzyon olduğunu, simülasyon olduğunu hatta ve bir rüya gibi olduğunu ölümle o rüyadan uyanacağımızı bilen bir kimse bu olaylara bakarken daha arştan bakar gibi bakar ve bu baktığı zaman da dayanma gücü ortaya çıkar. Musibetin yönetimini Hz. Yakup böyle yönetmiş ve 17 sene rivayetlere göre tahammülü böyle başarmış.” ifadelerini kullandı.
“Allah peygamber olarak seçtiği kişileri bile imtihan sürecinden geçiriyor”
Hz. Yusuf’un çeşitli musibetler karşısında gösterdiği sabra dikkat çeken Tarhan, bu davranışın musibet yönetimine büyük bir örnek teşkil ettiğini aktardı. Tarhan; “Bu kıssayı Hz. Yusuf açısından ele alırsak, Hz. Yusuf köle olarak satılıyor daha sonra sarayda iyi bir makamdayken Züleyha ona musallat oluyor, bir sene kadar onu kendine çekmek için uğraşıyor. Halbuki bütün sarayın yönetimi ondaymış, firavundan sonraki gelen kişi yani o derece kuvvetli yetkili bir kişi. Tam böyle son anda telkinle bir tuzak kuruyor ona Züleyha, o tuzakla hatta senden nefsini murat etti diyor ayeti kerimede. Fakat o zaman rivayetlere göre Hz. Yakup ve aileden bazı kişiler gözüküyor çünkü Hz. Yusuf bir senelik uğraşmadan sonra hiç böyle şeytana uymuyor, hiç o telkinin nefsine uymuyor ve başarıyor bunu, kaçınıyor ondan. Burada ne var aslında kendine mahal etme eylemine kader sakın yapma diyor. Yusuf (a.s.)’da yani burada sen niyetini bozmadığın için nefise şeytana uymadığın için sana yardım ettim diyor burada. Yardım ettim diyor fakat 7 sene hapis var. Mesela o hapiste de Hz. Yusuf diyor ya orada rüya görüyor, bu rüyayı anlat diyor saki olarak cezaevindekine bu rüyayı anlat diyor. Hapis biraz daha uzuyor mesela. Hz. Yusuf’un o teslimiyeti farkına varması ve o zaman Allah ona yardım ediyor. Hz. Yusuf’un imtihanı da baştan başlıyor. En zor şartta bile nefise ve şeytana uymamış, rivayete göre 7 sene cezaevine giriyor. Mesela orada kalıyor, ama orada müthiş bir dostluk ve ilişki kuruyor, orayı güzel bir hayat haline çeviriyor. 7 sene sonra kurtuluyor yani demek ki oradaki pişmesi bitiyor. Cenap hak demek ki onun orada olgunlaşmasını istemiş, ceza gibi değil pişmeye gidiyor. Onun için Allah dünyadaki birçok şeyi peygamber seçtiği kişilerde bile dünyadaki kanunlara uygun bir imtihan sürecinden geçiriyor. Nefsini kontrol edecek ve şeytana karşı nefisin direksiyon hakimiyetini kaybetmeyecek. Bunu yapabilirse Allah yardım ediyor. Ama niyeti bozmamak lazım, burada Hz. Yusuf ve Hz. Yakup musibet yönetiminde çok güzel birer örnekler.” şeklinde konuştu.
“Musibetle savaşıp düşman gibi görmek yerine kabullen-yok et yöntemi uygulanmalı”
Psikolojide travma ve musibetlere karşı yeni yaklaşımlar geliştirildiğine dikkat çeken Tarhan, ‘kabullen-yok et’ metoduna dikkat çekti. Tarhan; “Burada musibete karşı nasıl davranacağımız ile ilgili, eski psikiyatri ekolleri ne yapıyordu? Musibet geldiği zaman mesela hastalık, bu musibet senin düşmanınındır onunla savaş diyordu. Nasıl savaşırsın, ölümle savaşılır mı? Ölümle savaş diyor mesela, böyle diyerek kişi o anda savaşıyor savaşıyor öylece ölüp gidiyor insanlar. Ama bu hastalık musibeti olabilir, ölümle yüzleşmemizi sağlayacak musibet olabilir, Hz. Yakup’un musibeti olabilir, Yusuf’un hapishane musibeti olabilir, deprem olabilir bunların hepsi birer musibet. Musibet olduğu zaman, o musibet, yönetmek için şu andaki üçüncü nesil psikoterapiler var, mindfulness bilinçli farkındalık diye Türkçeye çevriliyor. Bu terapilerde musibeti karşımıza alıp, savaşıp düşman gibi görmek yerine onu yok etmek yerine, kabullen yok et yöntemi, ACT tedavinin adı. Her musibet bir travmadır. Travmaya karşı nasıl davranacağımızın metodunu gösteriyor bize. Hz. Yusuf musibeti kabulleniyor, Allah’ın bir hikmeti vardır diyor. Nereden gelmiştir bilemiyorum diyor, görünüşte haksızlık gibi oluyor. Mesela Hz. Yusuf’un hapisse girmesi zulüm, haksızlık. Bu acıyı kabulleniyor, bekliyor, kabullenip de dünyayı terk etmiyor. Kabulleniyor ve yönetiyor. Travma tedavisindeki yöntem de bu şekilde olmalı. Yani kabullenmek var, kabulleniyorsun ondan sonra yönetiyorsun. Gerektiği zaman bazen sana haksızlık yapanları affediyorsun. Affetmek aslında musibet yönetiminde sırtımızdaki bir yükü alıp yere indirmek demek. Hem de sana karşı haksızlık yapan bir kimseye karşı, ben senin düşmanın değilim duygusu uyandırıyor. Bana bu haksızlığı yaptın ama ben senin düşmanın değilim. Seninle düşman olmayı tercih etmedim, seninle normal hayatı sürdürmeyi tercih ettim diyorsun. Kabulleniyorsun ve bağışlayıcılığı kullanıyorsun. Mesela ağır bir hastalık oldu kansersin yatıyorsun, niye başıma geldi dediğin an, acı çekersin. Hâlbuki böyle bir durumda, arş aklıyla ve arş nuruyla bakarsan bunun sana bu hayatı veren, ağaç olamamışsın, kuş olmamışsın, insan olmuşsın. Bu bakış açısıyla yaklaşmak gerekiyor.” dedi.
Okunma : 1663
ÜHA