TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Sabır ve tahammül zor olabilir, ancak meyvesi tatlıdır.”

Kolayca elde edilen, ulaşılması kolay olan şeylere alışmış bir beynin, haz veren şeylere yöneldiğini; bunun da uyuşturucular ve uyarıcılar gibi maddeler olduğunu ifade eden Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Beyine sürekli olarak rüşvet veriliyor, çaba harcamadan, yorulmadan, zorluk çekmeden bir şeyler elde etmeyi çocukluğunda öğrenmiş kişiler, sabır ve tahammül göstermekte zorlanıyorlar. Bu nedenle sık sık iş değiştiriyorlar.” dedi.

Duygusal zeka eğitiminin, günümüzde bilimin en çok üzerinde durduğu konulardan biri haline geldiğini kaydeden Tarhan, “Beynimizi bisiklet sürer gibi yönetmeyi öğrenmeliyiz: Nerede hızlanıp nerede yavaşlayacağımızı, hangi yöne döneceğimizi bilmeliyiz.” dedi.
 

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, tahammül ve tahammülsüzlük konusunu değerlendirdi.

Tahammül etmek eğitim gerektiren bir beceri

Tahammülün, yani dayanıklılığın eğitim gerektiren bir beceri olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kişinin psikolojik sağlamlık oluşturabilmesi için küçük yaştan itibaren tahammül etmeyi öğrenmesi gerekiyor. Tahammül, kişinin hedefine ulaşabilmesi için çok önemli bir karar verme ve problem çözme becerisidir. Eğer bu beceri zayıfsa, kişi hedefine giderken yarı yolda kalabilir.” dedi.

Belirsizliğe karşı tahammülsüzlük hasta ediyor!

Tahammülü iki şekilde değerlendirmek gerektiğini kaydeden Tarhan, “Birincisi, belirsiz bir duruma tahammül edebilmek; bu en zoru olarak kabul edilir. İkincisi ise belirli bir hedefe ulaşmak için tahammül göstermektir. Genellikle tahammül dendiğinde bu iki durum anlaşılır. Ancak en fazla hasta eden, belirsizliğe karşı tahammülsüzlüktür. Mesela ormanda yürüyorsunuz ve ne zaman bir kurtla karşılaşacağınız ya da ne yapmanız gerektiği belli değil. Bir hışırtı duysanız ya da bir tehdit hissetseniz aşırı tepki verebilirsiniz ve bu durumda düzgün bir şekilde uyuyamazsınız. Bu, otonomik hiperaktivite dediğimiz duruma neden olabilir; sinir sistemi hızla çalışır, kalp atışı hızlanır, nabız artar, solunum hızlanır ve ani kalp durmaları gibi durumlara yol açabilir. Belirsizlik, stresin en büyük nedenidir ve aynı zamanda depresyonun da en büyük sebeplerinden biridir. Belirsizlik kaygı, korku ve olumsuz seçenekler ile tehdit algısını artırır. Ayrıca, belirsizlik adaletsizlik ve güvensizlik duygusunu da uyandırır.” diye konuştu.

Belirsizlik insanın eyleme geçme gücünü de zayıflatıyor

Bir evde anne baba arasında belirsizlik varsa, yarının ne getireceği belli değilse, kriz çıkıp çıkmayacağı ya da savaş olup olmayacağı bilinmiyorsa, çocukların bu durumdan etkileneceğini söyleyen Tarhan, eşler arasında açık ve şeffaf bir iletişim yoksa, yalan söyleniyorsa, bunun ciddi bir belirsizlik oluşturacağını, şüphecilik, kıskançlık ve tehdit algısını artıracağını kaydetti.

Belirsizliğin, insanın eyleme geçme gücünü de zayıflatacağını dile getiren Tarhan, “Belirsizliğin en büyük sebebi anlamlandıramamak. Anlamlandırma eksikliği oluyor. Bu nedenle düşünmek istemeyen kişiler sorgulamadan birisine itaat ederler. Ancak günümüzde, bir lidere ya da devlet otoritesine körü körüne teslim olmanın pek geçerliliği kalmamıştır. Bu durum, tahammülsüzlüğün artmasına ve ruhsal hastalıkların yaygınlaşmasına neden olmuştur.” diye konuştu.

“Belirsizlik varsa kişi eylemsizleşir yatağından çıkmaz”

İnsanların sabah kalktığında ne yapacağını bilmesi gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Eğer belirsizlik varsa, kişi eylemsizleşir, yatağından çıkmaz. Bu durumda tembellik ortaya çıkar. Tembelliğin arkasında genellikle bir amaçsızlık yatar. Bir insanın bir amaca sahip olması, harekete geçmesi için bir sebep sağlar. Amaçlı davranış, illa soyut hedeflerle ilgili olmak zorunda değil. Temel ihtiyaçların karşılanması, yani yemek yemek, kendine fayda sağlamak gibi somut hedefler de olabilir.” dedi.

Amaçlar iç motivasyonu tetikliyor

Yalnızca kendisi için değil, ailesi, toplumu, insanlık, bilim, sanat, ülkesi veya yaratılış için bir amacı olduğunda insanın harekete geçtiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Bu tür bir amaç, iç motivasyonu tetikliyor. Amaçsız insanlara ise dış motivasyon gerekiyor; birilerinin onları ‘hadi, hadi’ diye dürtmesi lazım. İç motivasyonu olan kişi ise bu motivasyonu bir buharlı gemi gibi, kendi iç dengesine dayalı olarak hareket edebilir. Bu sayede, tahammülsüzlüğü yenebiliyor ve belirsizlikleri gideriyor, çünkü kendine inanılabilecek, uğrunda çalışıp yorulacak bir gerekçe buluyor. Bu gerekçeyle yol haritasını çiziyor. Eğer yol haritası belirsizse, bu durum kişiyi aşağı çekebilir. Kriz anlarında, güvenebileceği bir yol arkadaşı arar. Eğer bir yol arkadaşı bulursa, güven hisseder ve yarı yoldan geri dönmez. İç motivasyon ise bir motorun kazan dairesi gibi sürekli beslenmeye ihtiyaç duyar.” şeklinde konuştu.

Fedakâr ve çalışkan anneler, farkında olmadan çocuklarını tembel hale getiriyor

Çocukluktan itibaren her şeyi hazır olarak elde eden, her şeyi anne babası tarafından adeta altın tepsi içinde sunulan, cam fanus içinde büyütülen birinin, motivasyona ihtiyaç hissetmeyeceğine dikkat çeken Prof. Dr. Tarhan, “Çünkü hep birileri onun yerine işleri hallediyor, bu yüzden neden kendini yorsun ki? Bu kişiler, sürekli birilerinin ‘hadi’ demesini beklemeye alışıyor. Burada, aşırı şefkatin kötüye kullanımı var. Kültürümüzde bu durum çok yaygın. ‘Ben sıkıntı çektim, çocuğum çekmesin’ düşüncesiyle hareket ediliyor. Özellikle fedakâr ve çalışkan anneler, farkında olmadan çocuklarını tembel hale getiriyor. Eski zamanlarda, hatta 50 yıl öncesine kadar çocuklar yokluk ve zorluklar içinde olgunlaşıyordu. Ancak şimdi varlık içinde olgunlaşmak zaman alıyor. Bu yüzden, motivasyon için bir mecburiyet hissetmeleri gerekiyor.” dedi.

Neden sık sık iş değiştiriyorlar?

Kolayca elde edilen, ulaşılması kolay olan şeylere alışmış bir beynin, haz veren şeylere yöneldiğini; bunun da uyuşturucular ve uyarıcılar gibi maddeler olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Beyine sürekli olarak rüşvet veriliyor, çaba harcamadan, yorulmadan, zorluk çekmeden bir şeyler elde etmeyi çocukluğunda öğrenmiş kişiler, sabır ve tahammül göstermekte zorlanıyorlar. Bu nedenle sık sık iş değiştiriyorlar. Sabır ve tahammül zor olabilir, ancak meyvesi tatlıdır. Bu sonucu göz önünde bulundurarak insanları motive etmeye çalışıyoruz.” dedi.

Bekleyen çocukların duygusal zekaları yüzde 20 daha yüksek oldu

Prof. Dr. Tarhan, 1960'larda yapılan ve 20 yıl süren bir çalışmada, anaokulu çocuklarına birer tane lokumun hemen verileceği, ancak beklerlerse bir avuç lokum alabileceklerinin söylendiğini, bir grup çocuğun hemen lokumunu aldığını, diğerlerinin ise sınıfta oyalanarak 15 dakika bekleyerek daha fazla lokum kazandıklarını anlatarak, 20 yıl sonra, bekleyen çocukların duygusal zekalarının yüzde 20 daha yüksek olduğu, karşı cinsle ilişkilerinin daha sağlıklı olduğu, sosyal ve duygusal becerilerinin daha geliştiği, problemleri daha iyi çözebildiklerinin görüldüğünü söyledi.

Duygusal zeka eğitiminin önemi…

“Duygusal zeka eğitimi, günümüzde bilimin en çok üzerinde durduğu konulardan biri haline geldi. Amerika’da okullarda derslerin ortasında çocuklara mindfulness eğitimi veriliyor. Mindfulness, yani bilinçli farkındalık eğitimi; kişinin kendisini tanımasını, amacını belirlemesini ve mutluluk bilimi gibi konuları öğretiyor.” diyen Tarhan, pozitif psikolojinin de bu eğitimin bir parçası olduğunu, artık lise ve ortaokul seviyesinde bile bu tür eğitimler verildiğini ifade etti. 

Tarhan, “Biz de 9. sınıf için ‘Mutluluk Bilimi’ adlı bir kitap yazdık ve bakanlığımıza sunduk. Kitabın modüllerinden biri de dayanıklılık eğitimi ve doyumu erteleme becerisidir. Doyumlarını erteleyebilen ve dayanıklılık gösteren kişiler, bir süre sonra hedeflerine ulaşır ve başarıyı tadarlar.” dedi.

Tahammülsüzlük, hiperaktif kişilerde sıklıkla görülen bir belirti

Tahammülsüzlüğün, hiperaktif kişilerde sıklıkla görülen bir belirti, acelecilik ve sabırsızlığın bu durumun en önemli işaretlerinden olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Bu belirtiler, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun (DEHB) bir parçası olarak dürtü kontrol bozukluğu kategorisinde değerlendirilir. Bu kişiler, dürtülerini kontrol etmekte zorlanır, akıllarına ilk geleni yapar ve son duyduklarına kolayca inanırlar, bu yüzden manipülasyona açık olurlar. Eğer bu kişiler bir yandan aceleci ve sabırsız, diğer yandan da mükemmeliyetçi ise beyinlerinin bir tarafı ‘her şey mükemmel olmalı’ derken, diğer tarafı ‘her şey hemen ve hızlı olmalı’ der. Bu durum, beyni adeta bir ‘tost gibi’ sıkıştırır ve kişiyi depresyona sürükler. Bu bireyler genellikle sürekli kaygılıdır ve sürekli tetikte hissederler. Örneğin, bir çatal düştüğünde irkilirler, bir kapı hızlıca kapandığında zıplarlar ve televizyon sesini kapatma eğilimindedirler. Bu denli uyarıcılara karşı aşırı duyarlı hale gelirler ve sürprizlere, yeni durumlara karşı toleransları düşer. Bu kişilerde depresyon, obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) ve anksiyete bozukluğu gibi hastalıklar sıkça görülür, bu da hayatlarını zorlaştırır. Ancak bu belirtiler fark edildiğinde ve kişi bu durumu kabul ettiğinde, belirsizlik ortadan kalkar ve tedavi planına girme yolunda adım atılır.” diye konuştu.

Beynimizi kullanmayı öğrenmek zor değil

Tedavi konusunda da bilgi veren Prof. Dr. Tarhan, “Tahammülsüz olan kişilerde, genellikle beyin fonksiyonlarına odaklanıyoruz. Beynin fonksiyonel haritalamasına bakıyoruz.  MR görüntüleri, nörolojik bir hastalık olup olmadığını anlamak için kullanılır. Fonksiyonel beyin haritalamasında, affektif disregülasyon dediğimiz bir durum görülebilir; bu, kişinin duygu regülasyonu yapamamasıdır. Duyguları düzenleme becerisi düşük olan kişilerde, sol beyin (mantıksal, rasyonel beyin), sağ beyin (emosyonel, duygusal beyin) ve ön beyin (yürütücü, karar verici beyin) dengeli çalışmaz. Bu kişiler, beyinlerini doğru şekilde yönetemezler. Beynimizi bisiklet sürer gibi yönetmeyi öğrenmeliyiz: Nerede hızlanıp nerede yavaşlayacağımızı, hangi yöne döneceğimizi bilmeliyiz. Bu, araba kullanmayı, bir müzik aleti çalmayı veya ata binmeyi öğrenmek gibidir. Beynimizi kullanmayı öğrenmek zor değildir; hatta bu sürece ‘nöroliderlik’ denir. Kendi kendimizin lideri olmadan, sosyal ilişkileri yönetemeyiz. Önce kendimizi, arzularımızı, dürtülerimizi ve hayallerimizi yönetmeliyiz. Rasyonel sezgilere ve inançlara sahip olmalıyız; bu şekilde hareket edersek hedeflerimize ulaşabiliriz. Rasyonel olmayan düşünceler ise sadece zaman kaybına yol açar.” diye konuştu.

Tahammülsüzlük ergenlik döneminde kabul edilir bir durum

Tahammülsüzlüğün ergenlik döneminde beklenen ve kabul edilebilir bir durum olduğunu dile getiren Tarhan, “Ergenlerin aceleci, sabırsız ve tahammülsüz olmaları normaldir; onların sabırlı olmalarını beklemek gerçekçi değildir. Bu dönemde ergenlere ve çocuklara yetişkin gibi davranacağız ama onlardan yetişkin davranışları beklemeyeceğiz. Onlara hayat yolunda bir yol arkadaşı olacağız; birlikte yürüyeceğiz. Bu süreçte onların kişiliklerini ezmeden, ancak onları aşırı övmeden rehberlik edeceğiz. ‘Sen iyi bir insansın, ama şu davranışlar yanlış’ diyerek sağlıklı bir ilişki kurarsak, çocuklar hayatı öğrenir ve eğer sağlıklı bir aile ilişkisi varsa, bu süreç daha da desteklenir.” dedi.

Erişkinler kendini tanımaya odaklanmalı

Erişkinlerde böyle bir durum varsa, kişi uzman yardımı almadan önce kendi kendine bu sorunu çözmek istiyorsa, önce kendini tanımaya odaklanması gerektiğini kaydeden Tarhan, sözlerini şöyle tamamladı: 

“Bir hedef belirlemeli ve bu hedefe ulaşmak için neler yapması gerektiğini düşünmelidir. Bu sürece ‘psikolojik SWOT analizi’ denir. SWOT analizinde kişinin güçlü ve zayıf yönleri belirlenir; bu süreçte kişi kendine karşı dürüst olmalıdır. İkinci aşamada hedef belirlenir; örneğin üniversiteye gitmek, mezun olmak, belirli bir işe girmek veya belirli bir ülkede çalışmak gibi. Hedef belirlendikten sonra, bu yolda karşılaşılabilecek tehditler ve fırsatlar değerlendirilir ve bu bilgiler yazılı olarak kaydedilir. Daha sonra bir yol haritası hazırlanır, ancak bu planı yapıp beklemek yeterli değildir. Mevlana'nın dediği gibi ‘Yola çık, yol kendini gösterir’. Bu yüzden planlar yapıldıktan sonra harekete geçilmelidir. A planı uygulanır; olmazsa B planı, o da olmazsa C planı devreye girer. Ancak hedefinden vazgeçmemelidir. Bu şekilde ilerleyen kişi, sonunda hedefine ulaşacaktır.”

Okunma : 775

ÜHA

 

Haberler

Foto Galeri