İnsan medenileştikçe, hukuki normların da ortaya çıktığını dile getiren Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bir toplumda yaşıyorsak başkasının hakkına saygı duymak, yalan söylememek, dürüst olmak gibi değerler sosyal ve ahlaki normlarla belirlenir.” dedi.
Her toplumun kültüre göre farklılık gösteren ayıpları ve normları olduğunu söyleyen Tarhan, “Normlar, insanın ürettiği değerlerdir. Hukuki normlar, sosyal normlar ve ahlaki normlar olarak sınıflandırılabilirler. Kimsenin görmediği bir yerde bile dürüst olmak ve yalan söylememek, ahlaki normların bir parçasıdır.” şeklinde konuştu.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, insan, doğa yasası ve normlar konusunu ele aldı.
Felsefe ve din de bilimin bir parçası
Eski görüşe göre, insanın doğanın bir parçası olarak kabul edildiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Ancak bu görüş son yıllarda değişmeye başladı. Bilim, kanıtlanmış bilgiler ve kanıtlanmaya aday bilgilerden oluşur. Günümüzde kanıtlanmış bilgi sayısı arttıkça, kanıtlanmaya aday bilgi sayısı azalıyor. Bilimin dışındaki her şeyin aslında bir zamanlar bilimsel olduğu ortaya çıkıyor. Felsefe ve din de bilimin bir parçasıdır. İnsan doğanın bir parçası dediğimiz zaman, o zaman insanı doğayla özdeş yapmış oluyoruz. İnsanın psikososyal ihtiyaçları var. İnsanın ruh yapısı, madde yapısı var. Diğer canlılarda olmayan farklı bir ruh yapısı var.” dedi.
İnsan doğanın bir parçası değil
İnsanın, madde ve ruh olmak üzere iki bileşenden oluştuğuna işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Ruh, uzay ve zamanın ötesinde, maddenin dışındaki görünmeyen bir parçadır. Buna din deniyor. Bizim kültürümüzde, inanç sistemimizde ruh olarak bilinen bir parça var insanda. Diğer canlıların psikososyal ihtiyaçlarını incelediğimiz zaman yemek, içmek, üremek, barınmak... Ama insanın ruhsal yapısını, davranış yapısını incelediğimiz zaman, madde dışında hakikate götüren dört tane yol var. Birincisi deney ve gözlem, ikincisi akıl yürütme yöntemleri, üçüncüsü rasyonel sezgi, dördüncüsü de rasyonel inanç. Dördü de hakikate götüren yollar. Bu yolları kullandığımız zaman ortaya çıkan şöyle bir gerçek var. İnsan doğanın bir parçası değil.” diye konuştu.
İnsanda özgürlük, serbestlik ve bağımsızlık duygusu var
İnsanın, doğayı aşma eğiliminde olduğunu ifade eden Tarhan, “Diğer canlılar doğaya uyum sağlarken, insanda özgürlük, serbestlik ve bağımsızlık duygusu vardır. Bu, insanın meta-kognitif (zihnin üstü) yeteneklere sahip olduğunu gösterir. İnsan, çevresini aşma ve sınırlarını genişletme fonksiyonuna sahiptir.” dedi.
İnsanın doğayı aşma gibi bir yeteneği olduğunu dile getiren Tarhan, “Tarih boyunca kurduğumuz medeniyetler bunun bir kanıtı. Hiçbir canlı medeniyet kurmuş mu? Soyut düşünce, edebiyat, sanatsal eserler üretmiş mi? Sembolik düşünce geliştirmiş mi? Bunların hepsini insan yapmıştır. Bu üretimlerin varlığı, insanda ruhsal bir parçanın olduğunu gösterir. Bilim, bu ruhsal parçayı yok sayamaz.” şeklinde konuştu.
İnsanın daha üst düzeyde ihtiyaçları da var
“İnsan, çevrenin baskısına teslim olmaz; çevreyi aşmak ister.” diyen Tarhan, Maslow’un, psikososyal ihtiyaçlar piramidine işaret ederek, “İnsanın daha üst düzeyde ihtiyaçları da vardır. Bu ihtiyaçlar zihin üstü düşünme, felsefe üretme ve doğaya hükmetme gibi daha ileri düzeydeki gereksinimlerdir. Maslow, bu durumu ‘self-transcendence’ olarak adlandırır, yani kendini aşma, kendi kapasitesini ve çevrenin baskısını aşarak dünyaya hükmetme ihtiyacı. Bu durum ‘ben bilinci’ olarak tanımlanır ve bu bilinç, insan dışında hiçbir canlıda bulunmaz. Diğer canlılar yalnızca yeme, içme, üreme ve yaşam döngüsünü tamamlarken, insan kendini aşmayı, ölse bile bir şekilde var olmayı, felsefe üretmeyi ve dünyaya hükmetmeyi düşünür.” dedi.
İnsanın maddesel olmayan, görünmeyen bir gerçekliği var
Buna ister din ister mana ister anlam ister ruh denilsin insanın maddesel olmayan, görünmeyen bir gerçekliği olduğunu kaydeden Tarhan, şöyle devam etti:
“Bu gerçekliği arayıp bulmamız gerekiyor. Pozitif bilim, uzun bir süre boyunca bu gerçekliği yok saydı. Ancak kuantum fiziğinin ortaya çıkmasıyla birlikte, maddenin aslında bizim düşündüğümüz gibi var olmadığı anlaşıldı. Madde dediğimiz şey, aslında sadece bizim subjektif gözlemlerimize dayanıyor. Gerçekte madde diye bir şey yok; sicim teorisine göre madde, manyetik parçacıklardan oluşuyor ve kuantum dolanıklık ile birbirine bağlı. Kuantum dolanıklık, maddenin aslında var olmadığını ortaya koyuyor. Yani madde, sadece bizim algımızla var olan bir şey. Bizim algımızın sınırlarına ulaştığımızda, sertlik olarak gördüğümüz şeylere madde diyoruz. Bu nedenle, doğa ve evren bir tür simülasyon olabilir. Hatta Elon Musk bile bu olasılıktan bahsetti. Şu anda bir simülasyonda yaşıyor olabiliriz ve kuantum bilgisine göre durum böyle görünüyor. İnsan, bu simülasyonun bir parçası olarak, kendi simülasyonunu oluşturabilme kapasitesine sahiptir. Metaverse bunun bir örneğidir; bir simülasyon ortamıdır. Biz de evrende bu şekilde bir simülasyonun içinde yaşıyoruz.”
İnsanın kendi kendini aşması…
“İnsanın maddesel yapısını aşan bir parçası vardır ve bu parçaya ruh denir.” diyen Tarhan, ruhu analiz etmek, ona uygun davranmak, rasyonel inançlar ve sezgilerle hakikati bulmaya çalışmanın insanı insan yapan şey olduğunu ve onu diğer canlılardan ayırdığını anlattı.
Prof. Dr. Tarhan, “Kendi kendini aşmayı başaran insanlar bu şekilde ortaya çıkar. Bu nedenle, insan öyle bir varlıktır ki, çevresine ve eğilimlerine bağlı kalmaz; tersine, çevrenin bağlarından kurtulmak ve dünyaya açılmak ister. İnsanda diğer canlılardan farklı olarak bir değer bilinci vardır ve bu bilinç, insanın değerler üretmesini sağlar. Örneğin, bağımsızlık ve özgürlük birer değerdir. Bu değerleri ürettiği için, insan bir değer bilincine sahiptir. Doğada normlar vardır; bunlar doğal yasalardır, örneğin Newton yasaları gibi. Ateşin yakması, arseniğin zehirlemesi, doğanın normlarıdır. Ancak, insan medenileştikçe, hukuki normlar da ortaya çıkmıştır. Bu normlar, medeni olanla olmayanı ayırt eden yasalardır ve medeni toplumlarda hukuk kurallarıyla belirlenir.” diye konuştu.
Normlar, insanın ürettiği değerlerdir
İnsanı insan yapan ilk özelliğin taşı yontması değil, komşusuyla arasında çit yapması olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Bu da hukukun ilk başlangıcıdır. İkincisi ise sosyal normlar. Bir toplumda yaşıyorsak başkasının hakkına saygı duymak, yalan söylememek, dürüst olmak gibi değerler sosyal ve ahlaki normlarla belirlenir. Mesela, sokaklarda pijamalarla gezerseniz, insanlar size güler. Bu bir sosyal normdur. Her toplumun kültüre göre farklılık gösteren ayıpları ve normları vardır. Normlar, insanın ürettiği değerlerdir. Hukuki normlar, sosyal normlar ve ahlaki normlar olarak sınıflandırılabilirler. Kimsenin görmediği bir yerde bile dürüst olmak ve yalan söylememek, ahlaki normların bir parçasıdır.” şeklinde konuştu.
Normların, sadece kültürel olarak değil, genetik olarak da aktarılabildiğini kaydeden Tarhan, “Epigenetik olarak adlandırılan bu süreçte, eğer bu normlar öğretilir ve birkaç nesil boyunca devam ettirilirse, genetik polimorfizmler olarak çocuklara aktarılır. Eğer bu normlar öğretilmezse, sonraki nesillerde kaybolur.” dedi.
Din ve felsefe evrenin neden var olduğu sorusuyla ilgileniyor
Pozitif bilimin, evrenin nasıl çalıştığıyla, olayların nasıl meydana geldiğiyle, din ve felsefenin ise evrenin neden var olduğu sorusuyla ilgilendiğini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Önünüze bir kitap geldiğinde, pozitif bilim bu kitaba baktığında kağıdın hangi maddeden yapıldığını, nasıl yazıldığını, hangi araçlarla üretildiğini inceler. Yani, kitabın fiziksel özellikleri ve yazılma süreciyle ilgilenir. Din ve felsefe bu kitabın kim tarafından yazıldığı ve neden yazıldığı gibi sorularla ilgilenir. Evreni bir kitap olarak düşünürsek, pozitif bilim bu kitabın nasıl çalıştığını, fizik, kimya ve biyoloji kanunlarını inceleyen bir disiplin olarak karşımıza çıkar. Fakat evrenin neden var olduğu, akılsız ve cansız maddelerden nasıl akıllı canlıların ortaya çıktığı gibi sorular, pozitif bilimin değil, din ve felsefenin alanına girer.” dedi.
Tanrı'ya inanç, artık akıl, rasyonel sezgi ve rasyonel inançla kanıtlanmış bir bilgidir
Cansız maddelerin bir araya gelip canlılık oluşturmasının, pozitif bilimin sınırlarının ötesinde olduğunu işaret eden Tarhan, “Bu noktada, din ve felsefe devreye girerek, bu olayın anlamını ve nedenini sorgular. Bu da bizi dış bir gerçekliğin varlığına götürür. Bir şeyin görünmez olması, onun var olmadığı anlamına gelmez. Bunun en büyük kanıtı, karanlık maddenin varlığıdır. Karanlık maddenin varlığı kanıtlanmış olmasına rağmen, görünmezdir. Evrende bir yaratıcının varlığı, şu anda gözle görülemez, ancak bu onun var olmadığı anlamına gelmez. Ünlü İsviçreli psikiyatrist Carl Jung'a sorulduğunda, Tanrı'ya inanıyor musunuz diye, ‘İnanmıyorum, biliyorum’ diye yanıt vermiştir. Jung'un burada kastettiği, Tanrı'nın varlığının artık tartışılmaz bir gerçeklik olduğu, tıpkı iki kere iki dört eder kadar kesin olduğudur. Bu nedenle, Tanrı'ya inanç, artık akıl, rasyonel sezgi ve rasyonel inançla kanıtlanmış bir bilgidir. Ancak bu, tevhit inancındaki Tanrı anlayışını kasteder. Tevhit inancının dışındaki Tanrı tasvirleri ise, akla aykırı olarak kabul edilir.”
İbni Sina, Allah'a zorunlu varlık diyor
İbni Sina’nın, varoluş kavramı üzerine derinlemesine düşünmüş ve bu kavramı Allah'a atıfta bulunarak "zorunlu varlık" olarak tanımlamış olduğunu dile getiren Tarhan, bu kavrama "Vâcibü'l-Vücud" adını verdiğini kaydetti.
İbni Sina’nın, Allah'ı akıl yürütme yoluyla anlayabileceğimizi savunduğunu da belirten Tarhan, “Ona göre, Allah akıl gözüyle görülebilir; fiziksel gözle değil. İbni Sina, Allah'a zorunlu varlık diyor. Olması gereken varlık diyor. Akıl yürütme yöntemiyle Allah'ı anlayabiliriz. Allah'ı biz akıl gözüyle görüyoruz. Kafa gözüyle göremeyiz.” şeklinde sözlerine son verdi.
Okunma : 421
ÜHA