TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Duyguları ruh, kalp ve akıl üçgeninde yönetmeliyiz”

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığının desteği ile Çağın Vicdanı Kulübünün düzenlemiş olduğu ‘Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile ‘Varoluştan Anlam Arayışına Psikolojik Sohbetleri’ nde bu hafta “Ruh, kalp ve akıl üçgeninde duyguları yönetmek” başlığı konuşuldu. Duygu yönetiminin önemine değinen Tarhan, insana ümitsizlik ve karamsarlık duygularının şeytan aracılığıyla geldiğine dikkat çekti. Tarhan; “İnsanın ümitsizliğe düşmesi onu şeytana maskara ettiren bir şey. Ümitsizlik ve karamsarlığa düşen kişiyle şeytan çok rahat oynar.” dedi. Tarhan, ümitsiz, karamsar duygulardan ruh, kalp ve akıl üçgeninde duyguların yönetilmesiyle çıkılabileceğini kaydediyor. 

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Duyguları ruh, kalp ve akıl üçgeninde yönetmeliyiz”

“Acılar, sıkıntılar ve zorluklar büyümenin bir parçasıdır”

Popüler kültürün insanlığı kolay, basit yaşamaya teşvik ettiğine dikkat çeken Tarhan, acı ve sıkıntıların büyümenin parçası olduğunu vurguladı. Bireylerden topluma yayılan modernizm etkisinin bütün toplumun mahvına neden olduğunu aktaran Tarhan, “Kötülükler iyiliklere göre beş kat hızlı yayılıyor” ifadelerini kullandı. Tarhan; “Modernizm bizi kolay seçimlere yöneltiyor. Popüler kültür gez, toz, hayatını ve anı yaşa diyor. Halbuki o anı yaşa değil anda yaşadır. Böyle canının istediğini yap, zincirleri kır, duvarları yık yaşa; hep kolay, haz odaklı şeyler tavsiye ediyor popüler kültür. Halbuki ideal olan bir insan kişisel gelişiminde zor şeylere talip olacak ilerdeki hayatı kolaylaşsın diye ama şimdi kolay şeylere talip olursa ilerde hayatı zorlaşır. Hep kolay kolay ondan sonra bakarsın adam okulu bitiremez. Acılar, sıkıntılar, zorluklar büyümenin bir parçasıdır. O büyümemiş olur büyümediği için de hayatı kolaylaşmak yerine zorlaşır ve harcamış olur kendisini. Böyle durumlarda şeytan hayatını yaşa diyor dünyaya bir defa geldin diyor. Bunu demesi bile yoldan çıkarması için yeterli. Boş ver, başkaları düşünsün kendi hayatını yaşa diyor, niye depremde ölenleri düşünüyorsun diyor. Kolaycılık bu, hoşuna gidiyor insanın. Elinde kahve, depremle ilgili nasihatler veriyor sosyal medyadan. Gidip bir taşın altına soksa elini, bir şeyler yapıp gönderse, orada AFAD’ı, dernekleri desteklese fakat hiçbir şey yapmıyor sadece laf üretiyor. İşte bunu şeytan yaptırıyor. Küçük olunca anlaşılmıyor ama toplumun birçoğuna yayıldığı zaman toplum batıyor, gemi batıyor. Bir taneden bir şey olmaz dememek lazım. Kötülükler iyiliklere göre beş misli daha hızlı yayılıyor. Öyle bir etkisi var. Beynimizde de test edilmiş o. Beynimiz pozitif tepkilere üç yüz mili saniye hızla cevap veriyor ama negatif tepkilere elli milisaniye sonra cevap veriyor, hatta altı misli. Belki de negatif duygulara altı misli daha duyarlıyız ama pozitif bir şeyi altı misli daha geç yapıyoruz.” dedi.

“Şeytan kâinatın huzurunu bozucu, yoldan çıkarıcı tavsiyeler verir”

Hekimlik türleri bağlamında değerlendirmelerde bulunan Tarhan, asıl hekimliğin hastalıklara yakalanmadan önce, hastalığın önlenmesi olduğunu vurguladı. Tarhan; “Suç teorisine göre birincil koruma toplumdaki suçla ilgili bilinç oluşturulması. İkincil koruma, risk gruplarını belirlemek. Hangi grup riskli, suç işleme potansiyeli yüksek onları belirlemek. Üçüncül koruma da suç işlendikten sonra ceza ve rehabilitasyondur. Kuran – ı Kerim bunu yaparak birincil koruma yapıyor. Hekimlikte de üç hekimlik çeşidi var; tedavi edici hekimlik, önleyici hekimlik ve koruyucu hekimlik. Texas’ta doksan küsur yaşlarında kitap yazan meşhur bir hekim var, kitabının ismi ‘Nasıl Kalp Hastası Olunmaz?’ Ondan sonra bir buçuk milyon satmış kitap. Bir gazeteci röportaj yapıyor onunla, şu andaki bir pişmanlığınız var mı diyor. Benim pişmanlığım şu diyor; ‘Aşağı yukarı bin beş yüz kişiyi ameliyat ettim sağlığına kavuşmasına vesile oldum diyor fakat şimdiki aklım olsa, o kitabı doksan yaşımda değil de otuz yaşımda yazardım bir buçuk milyon kişinin kalp hastası olmamasını sağlardım.’ diyor. İşte bu birincil korumadır. Burada da insanların fitne fesat çıkarmaması için başkalarının huzurunu bozmamak için büyüme etkisi var çünkü günahın. Günah, suç kolaydır. Bunlar çok kolay hiç zahmetsiz şeyler. Mesela hırsızlık, gidiyorsun adamın cebinden parayı çalıyorsun bir hesapla oynuyorsun dünyanın parasını götürüyorsun o kadar kolay ki. Adam o parayı kazanmak için senelerini vermiş şimdi bu adama bu ceza verilmez mi? Hangi sistem vermez ki buna bir cezayı? Bu kâinatın hukukunu bozuyorsun. Hatta denizdeki balıklar bile şikayetçi olurmuş bundan. Çünkü ahengi, harmoniyi bozuyorlar. Yani demek ki böyle durumlarda şeytan insanı yoldan çıkarmaya çalışıyor.” ifadelerini kullandı.

“Zihinsel sığınağı varsa kişi, musibetleri kolay atlatıyor”

Musibetler ve imtihanlar karşısında Allah’ı zihinsel sığınak olarak görmenin ve O’na sığınmanın önemine değinen Tarhan, insanın şahsi hayatındaki iyilik-kötülük dengesi gibi toplumda da aynı dengenin olduğunu aktardı. Tarhan; “Musibete yakalanan insanlar istiaze yani Allah’a sığınarak bu musibetleri atlatabilirler. Mesela deprem musibeti oldu, hastalık musibeti var şu anda bu musibete yakalanan kişiler de bu musibet durumlarında istiaze sırrı onlar için bir iltica, sığınaktır. İltica nedir güvenli alan demektir. Allah’ın güvenli alanına giriyorsun sen. Hastalık, musibetlere karşı yalnız olmadığını hissediyorsun yani her şeyi bilen her şeyi kontrol eden kadir – i mutlak, hikmet – i mutlak ve irade – i mutlak olan bir güç var. O güç beni görüyor, kalbimden geçen hatıraları dahi hissediyor ben yalnız değilim dediği zaman kişi kendini güvenli alana alıyor. Zihinsel sığınak diyoruz buna psikolojide. Zihinsel sığınağı varsa insanın o zaman rahatlıyor diyor ki şey zihinsel sığınağı varsa teslim oldum ona. Geminin kaptanı bu iş biliyor diyor, huzursuz olmuyor ama halini de ifade ediyor. Geminin içerisinde birileri bir şeyler yapıyorsa bu beni yoldan çıkarıyor ama ben sana sığınıyorum diyor kaptanına sığınıyor, bildiriyor. Gemide biri fitne fesat çıkarsa sen oturup seyretme demek ki Allah’a sığın diyor orada. Düzeltebildiğin kadar düzelt olmazsa bana sığın diyor. Geminin kaptanı gafletteyse, halin hatalı gidiyorsa bana sığın diyor, kâinat gemisinin kaptanı. O zaman dünyadaki manevi iyilikler ve kötülükler semaya yükselirmiş. İyilikler çok olursa Allah yardım edermiş oraya. Kötülükler çok olursa musibetler gelmeye başlarmış topluma. Bir insanın şahsi hayatındaki iyilik kötülük dengesi gibi toplumda da aynı şey var.” şeklinde konuştu.

“Beynimizde ateşle barut yan yanadır”

Şeytanın özellikleri ve insana verdiği farklı düşüncelere ilişkin de paylaşımda bulunan Tarhan, Risale-i Nur eserinden yola çıkarak özellikle dini konularda insanın aklına farklı düşüncelerin gelebileceğine ve bu durumun ‘dini obsesyona’ dönebileceğine dikkat çekti. Tarhan; “Bediüzzaman Said Nursi eserinde; ‘Şeytanın en belirgin özelliği şudur ki bazı hassas kalpli ve sadık kalpli insanlara tahayyül-ü küfür tasvir-i küfürle irtibat ettiriyor.’ der. Dışarıda ateşle barut yan yana gelmez dimi ama beynimizde ateşle barut yan yanadır. Ateş deyince barutu hatırlarsın hemen ya da barut deyince ateşi hatırlarsın. Beynimizde yakın bağlantı var ve zıtlar birbirlerini dengeliyor. İmkân yani bir ‘mümkün evren, muhtemel evren’ var, bir de ‘vaki evren’ var. Buna modern mantık da deniliyor. Bediüzzaman Hazretleri modern mantığı çok kullanmış, 1920’lerde yapılmış bir mantık tanımı var onu çok kullanıyor. Burada İstanbul’da bir binanın içerisindeyiz, şu anda deprem olması mümkün ama muhtemel değil. Maraş bölgesinde ise muhtemel çünkü birkaç hafta önce büyük deprem olmuş şu anda da olabilir. O yüzden yeni bina dahi olsa içine girmiyor, çadırda duruyor insanlar. Çünkü muhtemel fakat mümkün değil mümkünden daha da öte muhtemeldir. Ama deprem olurken vaki depremin olduğu gün vaki bunun için ihtimal hesapları var ama beyninde insan imkân-ı zati diyor. Allah’a karşı küfür, mukaddes şeylere karşı kötü düşünceler geliyor bu da dini obsesyon diye geçiyor. Aslında mümkün ve yakin değil, sebepler dairesinde zıt bir şey böyle bir şeyin olması mümkün değil ama buna rağmen kişiye olmuş gibi geliyor.” dedi.

“Duyguları ruh, kalp ve akıl üçgeninde yönetmeliyiz”

İnsana ümitsizlik ve karamsarlık duygularının şeytan vesvesesiyle geldiğine dikkat çeken Tarhan, bu duygulara teslim olan kişilerin ancak ‘ruh, kalp ve akıl üçgeninde duyguları yöneterek’ kurtulabileceğine değindi. Tarhan; “İnsanın ye’se yani ümitsizliğe düşmesi onu şeytana maskara ettiren bir şey. Ümitsizlik ve karamsarlığa düşen insanla şeytan çok rahat oynar. Ye’se düştüğünde bir de korkak insanlarla şeytan çok oynar. Yeis, ümitsiz, karamsar ve korkak insanları korkularla yönetir. Korkuyla yönettiği için bazen hırsları da etkiler. Ruh, kalp ve akıl üçgeninde duyguları yönetmek işte burada çok önemli. Nefis git diyor şunu yap diyor, şeytan akla vesvese veriyor. Şeytanın hiçbir yaptırım gücü yok, sadece vesvese veriyor ama biz düşüne düşüne beynimiz maddi boyut kazanıyor. Vesvese beyinde yolları bozuyor, yollar bozulunca şeytana lüzum yok beyin otomatik üretmeye başlıyor o zaman hastaneye yatırıyoruz ve beyin kimyasını düzelten tedaviler yapıyoruz. Artık o durumda şeytana ihtiyaç yok, o durumda beyin maddi boyut kazanır. Şeytan hakikaten insanların zayıf tarafını çok iyi işletiyor. O yüzden hastalığa düşenlerin, sıkıntıda olanların, darda olanların, zayıfların ve güçsüzlerin en büyük yoldan çıkarıcısı şeytandır. Şeytan onların zayıf tarafını biliyor, kullanıyor. Onun için onlara hangi elbiseye, hangi kılıfta girerse yoldan çıkaracağını biliyor bunun için bununla ilgili ‘Zihnimiz nasıl yoldan çıkar?’ başlıklı geçen senelerde TEDX sunumu yaptım. Zihnimiz nasıl yoldan çıkar, şöyle insanın kafasına nasıl bir düşünce kalıbı geliyor da kişi hayatının en büyük hatlarını yapıyor. Şeytan hırsları da kullanıyor, hasta olan birisinin iyileşme hırsı da buna dahil.” şeklinde konuştu.

“İnsanın bu dünyada üç türlü gerçekliği var”

İnsan beyninde üç tür gerçeklik algısı olduğunu aktaran Tarhan, gerçeklik testinin çocuklarda 5-6 yaştan sonra geliştiğine dikkat çekti. Tarhan; “İnsanın üç türlü gerçekliği var bu dünyada. Yaşadığımız ‘fiziksel gerçeklikte’ ateş yakar, örneğin sobaya elinle dokunursan yanar gerçekliği var. Diğeri ‘hayali gerçeklik.’ Hayali gerçeklikte hayal kuruyorsun, uzaya gidiyorsun, dünyayı düzeltiyorsun ve istediğin hayalleri kuruyorsun daha sonra kendine gelince bu hayalmiş diyorsun ve kendine dönüyorsun. Şizofrenler hayalle gerçeği karıştırıyorlar hayal kuruyorlar, hayalle dünyayı düzeltiyorlar gerçek dünyaya gelip ben şunu düzelttim bunu yaptım, şu savaşı ben çıkardım, onu ben önledim diye anlatıyorlar. O zaman diyorsun ki bu kişi fiziksel gerçeklikle hayali gerçekliği karıştırmış. Beynin gerçeklik testi yapan networku bu kişiler çalıştırmamış diyorsun. Beyni yanlış kullanıyor ve gerçekle hayali ayırt edemiyor. Üçüncü bir gerçeklik ‘rüya gerçekçiliği.’ Rüyadan uyanırsın bir alacakaranlık vardır dersin ki bu rüya mı gerçek mi? İyiyse ne güzel rüyaydı dersin, kötüyse iyi ki uyandım dersin hemen gerçeklik testi yapıp farkına varıyoruz. İşte bu gerçeklik testini bozuyor, kişi hayalle gerçeği karıştırıyor. Çocuklar gerçeklik testini bilmedikleri için 5-6 yaşına kadar tek başına film izlemeleri tehlikeli, henüz soyut düşünce becerisi kazanmadıkları için izledikleri şeyleri gerçek zannederler. Çocuk 5-6 yaşından sonra gerçeklik testi kazanımını sağlıyor, ondan önce hayalle gerçeği birbiriyle karıştırıyor.” ifadelerini kullandı.

Okunma : 1679

ÜHA

 

Haberler

Foto Galeri