Toplum nezdinde faiz hassasiyetini artırmak için yapılması gerekenleri ve ekonomi ile ticaretin psikolojik yansımalarını Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan'a sorduk.
İnanç ve bilimi harmanlayarak uzun yıllar boyunca önemli araştırmalara imza atan Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sosyal yaşamı derinlemesine analiz eden bir ilim insanı. Hayatının her döneminde toplum psikolojisinin önemine değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Türkiye'deki faiz hassasiyetinin artması için yapılması gereken sosyolojik çalışmalardan psikolojinin ticaret ile ekonomideki rolüne kadar birçok konuyu Katılım Finans okurları için değerlendirdi. Tarhan, röportajımızda faiz sisteminin insanlığın yararına olmadığına, aksine gelir adaletsizliğine yol açtığına vurgu yaptı.
TÜRKİYE NÜFUSUNDA MÜSLÜMAN ORANININ AĞIRLIKLI OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE, ÜLKEDEKİ FAİZ HASSASİYETİ NEDEN DÜŞÜK SEVİYELERDE? TOPLUM HAYATINI YAKINDAN İNCELEYEN BİR PSİKİYATRİST OLARAK KONUYLA İLGİLİ GÖZLEMLERİNİZ NELER?
Müslüman kimliğe sahip ülkemizde, faiz gibi önemli bir konuda hassasiyet olmaması dikkat çekici. Öncelikle bunun sebeplerini araştırıp, daha sonra faiz hassasiyetinin neden toplumda kabul görmediğini ortaya koymak gerek. İnsanlarla konuştuğumuzda insanların yüzde 90'ından fazlası, faiz hassasiyetine saygı duyuyor fakat birçok sebepten dolayı uygulamaya geçemiyor. Psikolojinin bir kuralı var: Bir düşünceye duygu eklenirse, o duygu inanış hâline geliyor. İnanış hâline gelmiş bilgi, devam ettiği takdirde alışkanlık oluyor. Altı ay ve daha fazla devam ederse de kişilik hâline dönüşüyor. İnsan, herhangi bir bilgi için "Bu bilgi benim açımdan doğru, onu öğrenmem lazım." dediği zaman bilgiye duygu eklenmesi yapılıyor. Bilginin içine duygu eklendiği zaman bir değer yargısı oluyor ve inanış hâline dönüyor, uyguladıkça da iyice yerleşiyor. Bu yaklaşımdan yola çıkacak olursak bireyler, faiz konusunu teorik anlamda biliyor ancak pratikte hayata geçiremiyor. Katılım bankaları Türkiye'de hizmet vermeye başlayınca, faizle ilgili hassasiyeti olanların önünü açan güçlü bir yapı oluştu. Buna rağmen toplumda henüz kısıtlı bir kitle, söz konusu bankaları kullanıyor. Türkiye'deki politika belirleyiciler; yeterince talep arttırıcı davranmıyor, aksine sadece talebi değerlendirici şekilde hareket ediyor. Dolayısıyla faizsiz finans kuruluşlarını cazip duruma getirici politikaların devreye alınması gerekiyor. Ayrıca katılım bankacılığı sistemiyle ilgili soru işaretlerinin de aydınlatılması şart.
TOPLUM NEZDİNDE FAİZ HASSASİYETİNİ ARTIRMAK İÇİN NE TÜR SOSYOLOJİK ÇALIŞMALAR YAPILMALI?
Anadolu insanı olarak lider tipli bir toplumuz. Hayatımızdaki liderlere bakıyoruz, onları taklit etmeye veya onlarla özdeşim kurmaya çalışıyoruz. Evdeki anne-baba veya ailedeki büyükler, faiz konusunda hassas iseler çocuklar da o şekilde devam ediyor. O hâlde Türkiye'yi yönetenler de bu konuda hassasiyet göstermeli. Yöneticiler; kendi paralarını faizde tutup, 5-10 sene ödemesiz düşük faizli krediler alarak prensip odaklı değil de kazanç odaklı gittikleri zaman modelleme zayıflıyor. İnsanlar, yöneticileri ve liderleri modellerse katılım finans sistemi de bankacılık sektöründen daha çok pay alır.
"SEN ÇALIŞ, BEN YİYEYİM"
Sosyolojik çalışmalar olarak baktığımızda ise faiz kavramı ne ifade ediyor? Kur'an-ı Kerim faizi neden yasaklamış? Öncelikle bu tür soruların cevaplarını anlamak lazım. Faiz kelimesinin en iyi sosyolojik karşılığı "Sen çalış, ben yiyeyim." kavramıdır. Faiz sisteminin teorik ve anlamsal açıdan insanlığın yararına olmadığını, kapital sistem ile sermayeyi kirlettiğini bilmemiz lazım. Oysa paranın alın teriyle kazanılması ve toplumda bu bilginin yaygınlaşması gerekiyor. Şu anda gelir adaletsizliğinin en büyük sebebi de dünya kaynaklarının yüzde 80'inin, nüfusun yüzde 5'i tarafından kullanılmasıdır. Afrika'da ve Asya'da yaşayan insanlar, kendilerini denizlere atarak farklı ülkelere göç etmeye çalışıyorlarsa en büyük sebebi gelir adaletsizliğidir.
Bir taraf çalışsa dahi karnını doyuramıyor, diğer taraf da bütün dünyanın kaynaklarına rahat bir şekilde ulaşıyor. Dolayısıyla bu sistemin yanlışlığını insanlara iyi anlatmamız gerekiyor. Faizin yasak olmasının hikmeti de budur.
ALIŞVERİŞ VE TİCARETİN TOPLUMSAL DAVRANIŞLARDAKİ YERİ NEDİR? İNSANIN PSİKOLOJİK DAVRANIŞLARI ALIŞVERİŞ DAVRANIŞLARINI DA ETKİLER Mİ?
Günümüzde kapital sistem, üretmeyi ve tüketimi arttırarak teşvik etmeyi sağlıyor. Örneğin bir elbise alıyorsunuz, kapitalizm size "Bir elbise daha al, modayı takip et." diyor. Günümüz dünyasında alışveriş davranışını etkileyen unsurlar temel ihtiyaçlar değil, insanların takdir edilme arzusu ve güven duygusu. Birey; ihtiyacı olmadığı hâlde yine de alışveriş yapıyorsa, sosyal hareketliliği teşvik ediyor. Sosyal hareketliliğin çoğalması da tüketimin artmasını beraberinde getiriyor. 2000 yılından sonra satın alma davranışında ya da ekonomik hareketlilikte psikolojik etkenleri araştıran iki davranış iktisatçısı Nobel Ödülü aldı. Burada da hareket noktası şu: Felsefe, daha önce insanı homoeconomicus görüyordu. İnsan; ekonomik varlıktır, rasyonel olarak hareket eder, ekonomisine uygunsa alır, değilse almaz. Özellikle 2000'li yıllardan sonra anlaşıldı ki insan; homoeconomicus değil, homopsikolojicus'tur. Yani insan satın alırken ihtiyacına göre değil, psikolojik etkenlere göre alışveriş yapıyor. Mutluluk arayışı da bir nevi alışveriş davranışında etkili oluyor. İnsan, aynı zamanda psikolojik bir varlıktır. Dolayısıyla karar aşamasında psikolojik ve duygusal etkenler devreye giriyor. Bu yüzden gençlere ve ileri yaşta olanlara finansal okuryazarlığı öğretmek gerekiyor.
EKONOMİNİN SAĞLAM TEMELLERE OTURABİLMESİ İÇİN SOSYOLOJİ VE PSİKOLOJİNİN DE DEVREYE GİRMESİ GEREKİR Mİ?
Homoeconomicus ve homopsikolojicus'tan sonra şimdi de homonöropsikolojicus ortaya çıktı. Bu doğrultuda Üsküdar Üniversitesi'nde nöropazarlamayı yüksek lisans programı olarak hayata geçirdik. Hatta beyin-davranış ilişkisi ve nörobilim temelli ekonomiyle "buyology" konulu birçok kitap da mevcut. Alışveriş ve satın alma davranışları alanında psikolojik faktörlerde marka değerlerinin çok önemli olduğunu bilmek gerekiyor. Marka değerleri de nasıl oluşuyor? Birincisi, kaliteli üretim ama bu da tek başına yetmiyor. Kaliteli üretimin ikinci aşaması, sosyal network. İyi mal üreten kişinin sosyal network'ü de dost ve yakın çevresi oluyor. Üçüncü parça olarak da tanıtımı sayabiliriz. Reklam tanıtımının rolü, görüldüğü gibi birinci planda değil. Saydığımız ilk iki madde olmadan tanıtıma geçilirse etkili bir çalışma olmaz. Bireylerde zihinsel dönüşüm olduğu zaman sosyal dönüşüm de gerçekleşiyor. Sosyal dönüşüm olduğu takdirde ise ekonomik dönüşüm yaşanıyor. O yüzden öncelikle bireylerin akıllarına ve kalplerine hitap edilirse, kişide kalıp yargısı oluşuyor ve o yargı inanış hâline geliyor. Bireyler üzerinde zihinsel dönüşüm çalışmaları gerçekleştirilirse, ekonomi sağlam temellere oturtulur.
MÜSLÜMAN BİR TÜCCAR NASIL OLMALI? TOPLUM İÇERİSİNDE SAYGIN GÖRÜNEN BİR İŞ İNSANI OLABİLMEK İÇİN İŞ VE TİCARET AHLAKINDA NELERE DİKKAT EDİLMELİ?
Müslüman bir tüccarın her şeyden önce mümin bir Müslüman olması lazım. Örneğin yaklaşık 200 milyon nüfusa sahip Endonezya'nın Müslüman olma hikâyesi oldukça enteresandır. Ülkeye bir tüccar gitmiş ve ticaret yapmaya başlamış. Bir gün kendisi dükkânda olmadığı zaman yanında çalışan Endonezyalı bir çocuk, müşteriye malını birkaç misli fiyata satmış. Tüccar geri döndüğünde çocuğa malı ne kadara sattığına dair bir soru yöneltmiş. Çocuk fiyatı söylediğinde ise tüccar, adamı bulup fazla aldıkları parayı iade etmiş. Kasabada yaşayan herkes buna şaşırmış. Daha sonra söz konusu olay, bölgede hükümdar olan vali durumundaki kişiye kadar gitmiş. Tüccara sebebini sorduklarında "Bu benim dinimin gereğidir. Müslümanlık, helal kazanca ve kul hakkına çok önem verir. Ben de onun için yaptım" deyince İslamiyet'i araştırmışlar ve sonrasında Müslüman olmuşlar. Bütün kötülükleri bir odaya doldurursanız, kapıyı iki kelime açar: Yalan ve kibir. İyiliklerin kapısını ise dürüstlük ve tevazu aralar. Tüccar; Müslümanca yaşayan bir insan olmalı, kendi çıkarını ve kapitalist ahlakı hiçbir şekilde iç dünyasına almamalı. Hz. Mevlana, "Dünya sevgisi, dünya malı gemiye benzer. Dünya denizdir, siz de insan olarak denizde yüzen bir gemisiniz. Eğer dünyayı içinize alırsanız gemi batar. İçinize almazsanız özgürce denizde dolaşırsınız." diyor. Müslüman'ın en büyük sınavlarından birisi, parayla ilişkisini Müslümanca yapıp yapmamasıdır.
GENÇ NESİLE FAİZ HASSASİYETİNİ AŞILAMAK İÇİN YAPILABİLECEK ÇALIŞMALAR NELER OLABİLİR?
Gençlere faiz hassasiyetinden önce bütçe kavramını ve yönetimini, istek-ihtiyaç dengesi ile alışveriş davranışını iyi öğretmek gerekiyor. Sonrasında ise faiz konusunun kul hakkı olduğunu aşılamak lazım. Çünkü faizde alın teri olmadan, kolay yoldan kazanç var. Faize uymamak bir ibadettir. İbadetin yapılması için insan, hikmetini de bilmek istiyor. Bunun birinci hikmeti, gerçek helal kazancın alın teriyle olan kazanç olduğunu anlatmak. Gençlere "Emeğinle kazan, onurlu yaşa" anlayışını öğretmek lazım. Faizi tercih edenlere saygı duyulur, onların tercihi bu yönde olabilir. Ama faiz kullanmak istemeyene de saygı gösterilmeli. İnsan; sadece bu dünyadaki menfaat için yaşayan bir varlık değil, ölüm ötesi menfaat de var. Örneğin Fatiha Suresi'nde geçen "yevmid-din" bölümünde, din günü anlamı yatıyor. Din kelimesi, Arapçada hesap günü anlamına geliyor. İnsanın vicdanında zihinsel bir jüri yatıyor. Gençlere bu iç jüriyi iyi anlatmamız lazım. Bunu öğrettiğimiz zaman sorumluluk duygusu da gelişir.
Kaynak: Finans Katılım Dergisi
Yıl: 4 Sayı: 21 Eylül - Ekim 2020
Okunma : 3911