Zenginlik nedir? İnsan neye sahip olursa zengin sınıfına girer? Zengin olunca neler değişir? Zenginlik mutluluk mudur, acı mı? İslamiyet zenginliğe nasıl bakıyor? CEO (Büyük şirketlerde sermaye yöneten kişi) lar neden bunalıma giriyor? Kendilerine ait olmayan paraları yönetirken nasıl bir ruh haline bürünüyorlar?... Nöropsikiyatri Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanlığını da yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan’la konuştuk.
ÜMMÜHAN ATAK
* Nedir zenginlik? İnsan neden zengin olmak ister?
İnsanlık tarihinden beri değişmeyen bir şey var. Zengin, güçlü, güzel olmak insanın psikolojik hedeflerinden, ego ideallerindendir. Zengin olmak demek, daha konforlu bir hayat yaşamaktır. Diğer canlılarda böyle bir istek yok, sadece insanda var. Çünkü genetik olarak kodlanmış bir eğilimdir bu.
* Genetik eğilim?
Tabi. İnsanda "yeniliği arama geni" vardır. İnsan bir şeyi bin sene önce nasıl yapıyor idiyse, bugün hâlâ aynısını yapmıyor. Sürekli kendini geliştirme, daha güçlü olma eğilimi vardır insanın. Fakat bu "yeniliği arama geni" tek başına bir şey ifade etmiyor. "Anlamlılık geni" var mesela. Her şeyin nedenini niçin’ini soruyor, "Neden masa burada duruyor, neden elma yere düşüyor…" gibi. Geçmişi ve geleceği algılayabilme özelliği de bir tek insanda var. Bu genetik özelliklerin tümü insanı doyumsuz yapıyor. Daha çok şeye sahip olma arzusu devreye giriyor. Temel ihtiyaçlarını karşılama bir insan için mutlu olmaya yetmez oluyor artık.
* Bu anlattıklarınız, bildiğimiz "hırs"
Eskiden, "Temel ihtiyaçlarını karşılamak bir insan için yeter" teziyle hareket ediliyordu. Ama insanda yemek, içmek, cinsellik, barınmak gibi temel ihtiyaçların dışında takdir edilme arzusu da var. Bu da insanı daha çok şeye sahip olmaya itiyor. Oysa zenginlik denilen şey, sadece maddi servet değildir. Maddi zenginlikler Batı’nın önemsediği şeylerdir. Doğu’da ise sosyal sermaye yüksektir. Biri ekonomi ve teknolojiye, diğeri sosyolojik ve psikolojik donanıma önem verir. Doğu’da insan ilişkileri değerlidir. Fakat Sadece maddesel zenginliğin insanı mutlu etmeye yetmemesi gibi, sadece psikolojik zenginlik de yeterli değil. Bu tek taraflı tutum, insanın yaşam kalitesinin kötü olmasına sebep olur. Bu ikisi arasında denge kurulmalı.
Zenginliğe sadece, halkın anladığı gibi, "varlıklı, paralı olmak" denilmemeli.
* Zenginlerin toplum üzerinde epey bir baskısı oluyor. Zengin olmaları, kanaat önderi olmalarına, son sözü söylemelerine yetiyor.
Bir insan, hayatında parayı, kılık kıyafeti çok önemsiyorsa, o ancak kıyafeti kadar değerli olur. Oysa kıyafeti kötüdür ama içi güzeldir, bu göz ardı edilir. Güzel bir söz vardır, “vitrinler dolu ama gönüller boş” diye. Günümüzü çok güzel ifade ediyor bu. Sahte ilişkiler, zor günlerinde yapayalnız kalan insanlar… Kişinin kendisi değil, statüsü seviliyor. Ve statü sahibinin dediği oluyor. Toplumun geri kalan yüzde elliden fazlası mağdur oluyor tabi. Oysa intiharların, boşanmaların artmasının altında hep aynı şey yatar; sosyal yoksulluk. Modernizmin geleceği için zenginliğin yeniden tanımlanması gerek. Zenginlik dendiğinde, iyi arabası olanlar, lüks binalarda oturanlar, pırlanta yüzük takanlar, marka giyenler akla gelmemeli. Bir insanın hem onurlu hem mutlu olması için doğru yaşaması gerekiyor.
* Zenginlik öne çıkınca, geri kalanlar göz ardı ediliyor dediniz. Varlıklı kişiler kendilerinde sosyal bir baskı hissediyorlar mı bu anlamda?
Kişiliğe göre değişir bu. Malının fazla olması, bir insanın kendini iyi hissetmesi, ego doyumu için seçeneklerden biridir. Ama bu insanlarda bir olumsuz durum da oluşuyor; kaybetme korkusu. Bu kişilerin mutlu olmasını engelliyor bu. Varlıklı olan kimse o varlığa bir amaç yüklemişse, yaşamın amacı gibi algılıyorsa yani zenginliği, mutsuzluğu artıyor. Biliyor ki, çevresinde artık yapay dostluklar var, kendine değil de servetine, gücüne saygı gösteriliyor…
* Kaybetme korkusu üzerine biraz daha değinseniz.
Aslında bu Musevi kültüründe var. Elli yaşlarına kadar hırsla yaşıyorlar; her gün daha çok çalışıp biriktiriyorlar. Emekli olunca bakıyorlar ki hayat bitmek üzere. Kaybetme korkusu günyüzüne çıkıyor. "Dünya-ya bir sefer geldim" deyip ne var ne yoksa harcıyorlar. O kültürün öğretisi öyledir; "servet odaklı" hayat.
Kaybetme ihtimaliyle karşılaşan kişi, depresif oluyor. Mallarının artması da mutluluk getirmiyor, sorumlulukları artmış gibi bir hisse kapılıyorlar çünkü. İnsanların kendilerine saygı göstermelerini, güçlü ve paralı olmak gibi şartlara bağlamışlar. Ancak kişisel alçakgönüllülükle servetini birleştirebilenler travmatize olmaz. Kaybetme korkusunu terbiye edemeyenler küçük bir kriz olduğunda intihar bile edebilir.
İslami öğretide mala sahip olmak vardır ama mal kişinin gönlünü almaz. Mevlana’nın dediği gibi, "Elinde olsun. gönlünde olmasın". Ferrari’sini Satan Bilge kitabından haberiniz vardır. Bu tarz öğretide kimsenin Ferrari’sini satmasına gerek yok. Ferrari’yi Kalbinden atmak yetiyor. Kontrol edemeyeceği şeylere gönül bağlanmaz İslam öğretisinde.
* Kendilerine ait olmayan paraları yöneten CEO’lar var. Onlar da bu korkuların pençesinde mi?
CEO’lar Amerika’da senede 15 milyon dolar civarında kazanıyor. Şirketleri başarıyla yürütüyorlar. Büyük bir ego doyumu yaşıyorlar. Bu kişiler bunların geçici olduğunu düşünmeden yaşarlarsa tehlike kapıdadır. Aynı tehlike şöhrette de vardır. Sarhoş edici bir özelliği vardır şöhretin, bağımlılık yapar. Tesiri geçince insan kendini kötü hisseder. CEO’lar da başarısız olduklarında, eski günlerini arar. Bir zamanlar bir yere girdiklerinde herkes ayağa kalkarken, artık kimse yüzüne bakmıyordur bile.
* Bu bahsettiğiniz başarısız olan CEO’lar için. Ya işinde çok başarılı olan, gittiği her yerde hala alkışlanan CEO’lar… Onlar da psikolojik anlamda risk altında mı?
İnsan artı ve eksileri toplayınca görür ki, dört dörtlük yaşanmıyor. Bugün yaşıyor olabilirsin ama 5 yıl sonra ne olacağını kimse bilemez. Evrende öyle bir gizli psikoloji yasası vardır ki, hayatın başından sonuna kadar kimsenin hayatı dört dörtlük olmaz. Belki de sarayda yaşıyordur ama mutsuzdur.
* Yalnızlık bunu tetikleyen bir şey olsa gerek.
Tabi. Mesela bazı CEO’lar vardır, evinde mutlu değildir. İp inceldiği yerde kopar, bir gün işine de yansır. Peki İdeal insan tipi nedir? CEO, ideal insan tipi midir? Bunları da düşünmek lazım.
* CEO deyince akla sadece para yöneten kişi gelmemeli yani.
Bu CEO’nun mesleki alandaki rolüdür. Evde eştir, babadır, sosyal yaşamda da iyi bir arkadaştır. Bütün rolleri birleştirmesi gerek. Sadece CEO odaklı yaşarsa, geçici yapay mutluluklar oluşturur kendine.
* Bir CEO size geldi ve sıkıntısını anlattı. Nasıl bir tedavi süreci başlıyor? Sıradan vatandaştan farklı şeylerle mi karşılaşıyor CEO’lar?
İnsanlar varlıklı olup olmamasına göre tedavi edilmez. Kişiliğinden değil ama mesleğinden dolayı karşılaştıkları riskler farklı olduğu için, bu iki tip insanda farklı süreç izlenebilir. CEO’lar hızlı bir hayatın baskısı içindeler. Hızlı karar vermeleri, net düşünmeleri, üç-beş değil, on-onbeş veriyi değerlendirmeleri gerekir. Bunlarda stres, kaygı daha yüksek oluyor ve zihinsel nöropsikolojik check-up yapılıyor. Unutkanlık ve sinirlilik ağırlıklı check-up’tır bu. Kişi sinirliyse, işyerinde herkese bağırıp çağırıyorsa farklı tedavi uygulanır. Bir işleri patronu geliyordu mesela bize. Çalışanları bıkmış kendisinden. Her seans sonrasında muhasebe müdürü bizi arayıp teşekkür edi-yordu.
* Size sadece iflas edip tüm varlığını yitirenler gelmiyor, kendini iyi hissetmeyenler de geliyor..
Kendinde bir şeylerin iyi gitmediğini fark edenler bizzat geliyor veya eşleri getiriyor.
* Türkiye’de psikolojik destek almak, hele bir işadamı için, olumsuz bir imaj demek hala.
Türkiye’de böyle bir alışkanlık yok, çünkü herkes her şeyi biliyor! Psikolojik destek alan biri hakkında hemen olumsuz yorumlar yapılıyor. Yanlış anlamaya müsait. Kendilerine, “Bu adam sorunlu” dedirtmemek için, çekiniyor işadamları.
* Üstelik iş dünyası acımasızdır. Dert varsa zaten kimseye içini dökemezler…
"İşyerinde duygusallık olmaz" kavramı buradan geliyor. Kişisel zaaflarını bugün biriyle paylaşan, yarın pişman olabilir. Evin sığınak gibi olması bu yüzden çok önemli. Evine sığınabilen insan başarılıdır.
ÜMMÜHAN ATAK
Okunma : 3964