Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen “Çağın Manevi Hastalıkları ve Kudüs” başlıklı konferansı kapsamında kurum yöneticileriyle bir araya geldi. “Çağın Manevi Hayatında 6 Dert 6 Deva” başlığında önemli paylaşımlarda bulunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, insanın dört temel korkusu olduğunu, bu dört korkuyu çözememesi halinde ise kişinin bunalıma ve depresyona girebileceğini söyledi.
Bağlarbaşı Kültür Merkezinde gerçekleştirilen programda anlam boyutunu en çok ele alan iki alanın felsefe ve din alanları olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, konuşmasında farklı bakış açılarını sentezlenmesi gerektiğine dikkat çekti.
“Kuantum dinamiğinden sonra spritüal boyut ortaya çıktı”
İnsanın biyolojik, psikolojik ve sosyal boyutu olduğunu ifade eden Tarhan; “Psikiyatrinin tanımında Biyopsikososyal modelden bahsediliyor. İnsanın biyolojik boyutu, psikolojik boyutu ve sosyal boyutu var. Şimdi yeni ilave edilen boyutta özellikle kuantum dinamiğinden sonra spritüal boyut ortaya çıktı. İnsan artık sadece biyolojik, psikolojik, sosyal bir varlık değil spritüal de bir varlıktır. Kuantum dinamiğinden sonra anlaşılan şu ki dijital her şeydir yerine şimdi her şey dijital oldu. Einstein zamanın izafiliğini kanıtlamıştı şimdi de 2022 yılında Nobel ile tescillenen maddenin izafiyeti kanıtlandı. Yani madde dediğimiz şey aslında bir enerji, dalga fonksiyonudur. Bizim şu anda evren dediğimiz şey de dijital bir simülasyondur. Bu kanıtlanmış oldu. Aslında madde dediğimiz şey tamamen bir algı. Yani bizim tamamen dalga fonksiyonu içerisinde yaşıyoruz. Mesela diyalektik materyalizm diyor ki önce bir madde vardı, maddeye yansıma olarak mana çıkıyor diyordu. Şu anda kuantum fiziği önce bilgi var, evrensel veri tabanı var diyor. Bunun Kuran-ı Kerim’deki karşılığı da Levh-i Mahfûz diye geçer.” şeklinde konuştu.
“İnsanın dört temel korkusu vardır…”
İnsanın neden maneviyata ihtiyaç duyduğunu anlatan Prof. Dr. Tarhan; “İnsanın anlam arayışı var. İnsanın dört temel korkusu vardır. Birincisi kişinin anlam arayışı, anlamsızlık korkusu. İkincisi yalnızlık korkusu, üçüncüsü ölüm korkusu ve dördüncüsü belirsizlik korkusu. Bu dört korkuyu çözemezse insan bunalıma girer, depresyona girer. Bu da Nörobiyolojik olarak da doğrulanan bir görüş. Yani insanın aklına bir bilgi geldiği zaman onu anlamlandırması lazım. Onu belirsizlikten gidermesi lazım. Onu mantıksal bir çerçeveye oturtursa o bilgi sağlam bilgi olarak kabul ediyor. Bilgisayardaki ön bellekte dosyaların çok birikmesi bilgisayarı yavaşlatır, insan beyninde de çözülmemiş dosyalar çoğalırsa kişinin beyni yavaşlıyor ve ruh sağlığı bozuluyor. Biz Doğu toplumlarında hemen inanca sığınıp rahatlıyoruz. Hâlbuki bu zamandaki inanmak güzel bir şey insana huzur veriyor. İnanma ihtiyacı var, teselli ihtiyacı var. Fakat akla uygun inançlar olması lazım.” ifadelerini kullandı.
“4 bin 300 tane din içerisindeki akla en yatkın olan tevhit inancıdır”
Dünyada 4 bin 300 tane din olduğunu ve hiçbirinin teselli ihtiyacını karşılamadığını söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, tevhit inancının önemine değindi. Tarhan; “Bunlardan bir tanesi var ki nasıl midemizde yeme ihtiyacı yiyeceklerin varlığının kanıtıysa insanın da sonsuzluk ihtiyacı veya insanın tanrı tasavvuru gibi yüksek bir güce inanma, büyük bir anlamın parçası olma ihtiyacı da evrenin bir yaratıcısının olduğunun kanıtıdır. Onu en güzel açıklayan 4 bin 300 tane din içerisindeki akla en yatkın olan tevhit inancıdır. Ancak tek tanrı olursa bu evren dengeli ve sistemli bir şekilde olur. İki tane tanrı olursa yapmaz gibi akıl yürütmeyle anlaşılabilir. Tabi bu konu ayrı bir tartışma konusu ama sonra da din ve tanrı tasavvurumuzu sorgulamamız gerekiyor. Böyle bir geleneksel geliş var. Değişen bir dünya olarak bu değişen dünya içerisinde ne tip bir Müslümanlık çıkıyor bunu biraz daha ayrıntılandıralım.
- Kapitalist dindarlık var namazını kıldığı halde rahatlıkla yalan söyleyebilir.
- Sadaka verdiği halde zekât vermez.
- Yemeği sağ eliyle yediği halde haram da yer.
- Oruç tuttuğu halde söz tutmaz.
- Camiye gittiği halde rüşveti, kul hakkını önemsemez.
- Böyle bir kapitalist dindarlık var. Gardırop dindarlığı var.” dedi.
“Duygu hiyerarşisi öğreterek, önem hiyerarşisi ile yetiştirmemiz gerekiyor”
Ailede en çok konuşulan en çok değer verilen en çok önemsenen konunun o ailenin kutsalı olduğunu söyleyen Tarhan; “Para konuşuluyorsa, mal mülk konuşulursa yahut da makam, mevkii konuşuluyorsa sizin kutsalınız odur. Çocukla aile içerisinde konuştuğumuz konulara önem ve öncelik hiyerarşisi oluşturmalıyız. Önem ve öncelik iyi insan olmaksa, ahlaklı, dürüst insan olmaksa bu ilkelerle büyütüyorsak o çocuk bir müddet sonra yanlış bir şeyle karşılaştığı zaman içinde bir bekçi oluşuyor, beyninde bir hücre oluşuyor. Ona hayır diyebiliyor çocuk. Onu yetiştirirken biz duygu hiyerarşisi öğreterek, önem hiyerarşisi ile yetiştirmemiz gerekiyor.” şeklinde konuştu.
“Yaratıcıdan sonsuz merhamet bekliyorsak, onun adil yasağına uymak gerekiyor…”
Manevi hayatta adalet ve merhametin birbirine çok benzediğini belirten Prof. Dr. Tarhan; “Nasıl ki iyi çocuk yetiştirmek, onun kurallara uymasını sağlamakla mümkünse ailede sevgi çok ama disiplin gevşek olduğunda şımarık bir çocuk yetişiyor. Ailede sevgi de ve disiplin de yoksa antisosyal, suça becerikli, vicdansız bir çocuk yetişiyor. Sevgi hiç yok, disiplin de çoksa özgüveni düşük çocuk yetişiyor. Yani böyle sevgi ve disiplin dengesi çok önemli. Çünkü disiplin hayatın kurallarını öğretiyor, sevgi de hayatta yaşam enerjisi veriyor. Sevgi arabanın motoru gibidir. Bir iyi motor var bir de direksiyondaki şoför var. Bazılarında çok usta bir şoför var fakat motor zayıf. İkisi dengeli olması lazım. Mantıkla duygu böyle bir dengede oluyor. Onun için insanda mantık ve duygu, ailede sevgi ve disiplin, hayatta da adalet ve merhamet dengesi gibi... O halde manevi hayatta yaratıcıdan sonsuz merhamet bekliyorsak, onun adil yasağına uymak gerekiyor. Adil yasağına uyarsak ancak onu bekleyebiliriz. Bu ikisi arasındaki ailede sevgi ve disiplin dengesi gibi yaratanla olan ilişkide de merhamet ve adalet dengesine uyarsak onun merhametini dileyebileceğimizi bilmemiz gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
“Toplumsal vicdan kişinin bireysel vicdanıyla ilişkilidir”
3 türlü adalet var olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Tarhan; “Yargı adaleti, kanunlarla belirlenmiştir. Sosyal adalet ise çevre, gelenek ve kültürlerle belirlenmiştir. Ahlaki adalet ise insanın vicdanı ile belirlenmiştir. Yani kanunları düzenleyen adalet, yazılı hukuk, gelenekler sosyal normlar, vicdan da ahlaki normlar. O nedenle ahlaki normlar genetik değildir toplumdan öğreniliyor. Genetik eğilim olabilir fakat kişiye normları toplum öğretiyor. Kamusal, toplumsal vicdan kişinin bireysel vicdanıyla çok ilişkilidir. Demek ki bu bir öğretiyle alakalı. Onun için ahlak kavramının hesap verebilme duygusunu, her şeyi, inorganik maddeler bizden hesap sormuyor. O halde biz tesadüfen yaratılmışsak, tesadüfen varsak, normal maddelerden oluşmuşsak, o bize hesap sorabilir.” dedi.
“5 zekanın hepsi de dengeli ve bağlantılı çalışıyor”
Doğru yönetim diyagramından bahseden Tarhan; “Beyinsel karşılığı vicdani zekâ, mantıksal zekâ, sosyal ve duygusal zekâ diye geçiyor. Burada mantıksal zekâ idealist olabilmek, hayal kurabilmek, düşünce üretmek, beklenti oluşturmak, stratejik düşünmek, geleceği planlamak, kendine inanmak ve güvenmek mantıksal zekanın yüksekliğini gösteriyor. Duygusal zekanın yüksekliği de mutlu olmak, iyimser olmak, eğlenceli olmak, insanlara inanmak, tutku sahibi olmak, olumluyu görmek. Vicdani zekada ise kişinin iç sesini dinlemesi, sorumluluk, hesap verilebilirlik, yaratıcıya karşı sorumluluk, etik değerlere karşı saygılı olmak, ahlaklı olmak vardır. Sosyal zekâ da ilişkilere açık olmak, güven verici olmak, risk değerlendirmesi yapmak, kriz yönetimi yapmak, aktif dinleyici olmak, çözüm odaklı karar verebilmek, başkalarının duygu ihtiyaç haklarını dikkate almak, aile bağlarını güçlendirmek. Bu 5 zekanın hepsi de dengeli ve bununla bağlantılı çalışıyor.” dedi.
“Homoekonomikus modeli kapitalist sistemin modelidir”
Katılımın oldukça yoğun olduğu buluşmada karar almada 2 türlü modelin var olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Biri Homoekonomikus modeli. Bu kapitalist sistemin modelidir. Daha sonra bu değişti. İnsanlar tamamen rasyonel aktörlerdir diyor. Mükemmel bilgiye sahiptirler. Mikro iktisattan üretilmiştir. Aktör çeşitli eylemlerin, fayda ve zararlarını tartar ve aktör en büyük faydayı maksimize eder ve onun bu opsiyonu fayda odaklıdır. Yani vahşi kapitalizmi doğuran Homoekonomikus. Fakat daha sonra yapılan araştırmalarda şu çıkıyor, insan fayda odaklı çalıştığı zaman yatırım yaparken kişi temel ihtiyaçlarına yatırım yapmıyor, sevdiği alanda yatırım yapıyor. Sevdiği insanla evleniyor. O halde rasyonel aktör sadece akıl değil, duygularıyla da hareket ediyor, duygusal kararlar da veriyor insan. Bundan sonra insan Homoekonomikus değil Homopsikolojikus denmeye başlandı. Mesela daha fazla takdir ve övgü için yatırım yapıyor. Gidiyor bir tabloya milyon dolar para veriyor. Sırf alkış almak için…” şeklinde konuştu.
“İnsanın zihinsel bir jüri oluşturması gerekiyor”
İnsan neden rasyonel hareket etmiyor diye düşündüğümüz zaman, insanın homo psychologicus olduğunun anlaşıldığını belirten Tarhan; “İnsan sınırlı olarak rasyoneldir. Aktör, mükemmel bilgiye sahip değildir. İnsanın işleme becerisi sosyal ve bilişsel psikolojiden türetilmiştir. Zekasının, davranışlarının sınırları vardır. Faydayı maksimize etmek yerine, yeterince iyi olana kanaat eder. Aktör ‘aşırı bilgi yüklemesi’ veya ‘bilgi kıtlığı’ ile başa çıkmak için çeşitli bilişsel kısa yollar kullanır. Grup ve daha geniş sosyal baskılar, inanış ve değerlerine ters düşse bile aktörün irrasyonel bir şekilde davranmasına yol açabilir. Kişi akıl dışı davranabiliyor. İnsan homo psychologicus çok aklına uymadığı halde yanlışlar yapabiliyor. Onun için insanın zihinsel bir jüri oluşturması gerekiyor. Zihinsel jürimizde de başta yargıç olacak. Uygun ve geçerli olup olmadığına karar verecek ama dört tane de üye olacak. Birinciye bilim insanı doğruları ve yanlışları belirleyecek. Bu bilgileri laboratuvara sokar gibi doğru yanlış iyi kötü diyecek. Vicdan insanı, iyiyi kötüyü güveni, ahlaki değerleri sorgulayacak. Duygu insanı, güzel ve çirkini ayırt edecek. Mantıksal insan kar ve zararı belirleyecek. Kapitalist sistem insanı mantığa indirgemiştir. Halbuki insan sadece mantıksal olarak değil duygusal olarak, vicdanı ölçüleri olan bir varlık ve gerçekliği test eden boyutu var. Bütün bunları kullanarak karar verirse 5N1K’yı kullanarak karar vermiş olur.” ifadelerini kullandı.
“Gazze’de olan olaylar bir tür siyasi narsisizmdir”
Gazze’de yaşananlara da dikkat çeken Tarhan, buradaki olayların bir tür siyasi narsisizm olduğunu söyledi. Tarhan; “Dünyadaki siyasal çıkarı için acımasız, insafsız, merhametsiz olabiliyorlar… Dünyada bu ciddi bir şey orta uzun vade de bunun sonuçları farklı olur. İnsanlığı kötüye götürmeyecek, insanlığı bilgeliğe götürecek, iyiyi doğruyu bulmak için bir fırsat olarak görüyorum. İnsanların bu süreçten geçmesi gerekiyor herhalde. Önemli olan bizim doğru pozisyonda kalıp, doğrunun yanında olmamız. Hem vicdanen hem de ülke olarak bunu da yapabildiğimiz kadar yapmaya çalışıyoruz.” dedi.
Aile gemisinin sürdürülmesinde ‘kaz’ modeli…
Yaşadığımız çağda takım çalışmasının önemine değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Kazlara kaz kafalı derler. Öyle ki bu hayvanlar öyle stratejik bir yöntemle uçarlar ki öndeki kaz sürekli diğerleriyle yer değişir. Kanatları yorulduğu zaman arkadakiyle yer değiştiriyor. Sırayla yer değiştiriyorlar böylece de kıtalar arası uçuyorlar. Öndeki kaz basınç boşluğu oluşturuyor. Arkadakiler daha az kanat çırpıyorlar. Yoruldukça yer değiştiriyorlar. Bu bir takım çalışmasıdır ama insanoğlu takım çalışması yapamıyor. Senin annen benim annem, senin paran benim param, senin dediğin benim dediğim, ego savaşları yaşayabiliyorlar. O nedenle ben her platformda ifade ederim, ailenin en büyük düşmanı ego savaşlarıdır, güç savaşlarıdır… Halbuki aile ilişkisinde kültürümüze baktığınızda karı koca ya da çift denmez, refik ve refika denir. Refik yol arkadaşı, refika kadın yol arkadaşı demektir. Refik, refika demek evlendiniz, hayatta bir yolculuğa çıktınız, hayat yolculuğunda yol arkadaşısınız demektir aslında... Yol arkadaşları birbirinin eksiğini tamamlar. Birbirleriyle rekabet etmezler. Evlilikte güç ilişkisi olursa rekabetçi ilişki oluyor. Takım çalışmasının en güzel örneği ailedir. Taraflar boşansalar bile çocuğun iyiliği için bir araya gelip konuşabilmeliler. Karı koca boşanırlar ama annelik ve babalıktan boşanılmaz. Bu nedenle aile değerlerini doğru şekilde yaşatabilmek için takım çalışmasını hedefliyorsak aynı gemideyiz geminin iyiliği için biz bunu devam ettirmeliyiz diyerek kazları örnek alalım. Kazlar aile hayatında takım çalışması olarak bizim için iyi bir örnek sunuyorlar.” şeklinde konuştu.
Programın sonunda İstanbul Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Ömer Turan katılımları ve desteklerinden ötürü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a teşekkür belgesi takdim etti.
Okunma : 1010
ÜHA