Prof. Dr. Nevzat Tarhan İstanbul Eğitim ve Kültür Dergisi Ailede Pozitif Anlam ve İletişim Arayışı başlıklı bir yazı kaleme aldı.
21. yüzyıl, modernizmle birlikte bireyselliğin günden güne arttığı bir çağ. Yaşamın tüm alanını işgal eden bireysellik, son sığınak ailemizi de tehdit etmekte; ilişkileri sekteye uğratmaktadır. Ailede iş birliği için sahici ve sağlıklı ilişkiler kurulması gerekmektedir. İlişkilerde monologdan vazgeçilerek benmerkezci olmamaya gayret edilmeli. Güvene dayalı ilişki modeli ailede pozitif anlam ve iletişim arayışı bağlamında altın standart çözüm olarak benimsenebilir. Çünkü iş birliğinin yeşerdiği zemin güvendir.
İlişkide bencillik; kişinin kendini asıllaştırması, karşı tarafı ise ikincilleştirmesi anlamına gelir. Kişiler hakikati değil de kendilerini merkeze aldıklarında ego savaşları ortaya çıkmaktadır. Savaşlar ise daima bir tarafın devreden çıkmasıyla sonuçlanır. Oysa aile birliğinin devamı için eşlerin kaybetmediği, ikisinin de kazandığı demokratik bir yöntem gerekir. “Ben kazanayım, eşim kaybetsin.” tutumu, sağlıklı bir yöntem ve bakış açısı değildir. Böyle diyerek bir ilişki devam ettirilemez, devam eden şeye ise aile/evlilik denemez. Burada kastedilen ‘mükemmellik’ değildir. Elbette hiçbirimiz kusursuz değiliz. Kusursuz insan arayan yalnız kalmaya mahkûmdur. Bu bağlamda kusursuzluk obsesyonu olan insanların tedaviye ihtiyacı olduğu da göz ardı edilmemelidir.
21. yüzyılın en önemli becerilerinden olan “işbirliği” ni ailelerimizin de uygulayabiliyor olması güçlü ve sağlıklı bir toplum için kaçınılmazdır. Bunun için farkındalık duygularını geliştirmemiz yerinde olacaktır.
Yanlış üslup doğru sözün celladıdır. Peki, nedir iş birliği?
İş birliği monolog değil, diyalog demektir. Monolog tek yönlü trafik gibidir; kişinin tek taraflı, hep kendisinin konuşmasıdır. Kişinin hep konuşan olması; üst perdeden konuşması, buyurgan bir ifadesinin olması... Monologda konuşmacı etkin, dinleyici ise edilgendir. Bu yüzden monolog iş birliği sayılmaz. Diyalogda durum farklıdır; birisi bir şey söylerken karşı taraf söylenen üzerinde düşünerek aksi bir şey söyler veya söylenene katkıda bulunur. İki taraf birlikte sözü çoğaltır, hakikatin tezahürü konusunda iş birliği yapmış olur. Aktif dinleyici olan kişi üslup hatası da yapmazsa yol arkadaşını daha kolay ikna eder. En zor hakikatı en en nazik üskupla ifade etmek bir sanattır, emek ve yatırım gerektirir.
İyi zan kuralına dikkat!
İyi zan kuralı da ailede pozitif anlam ve iletişim arayışında altın standart çözümde göz önünde bulundurulması gereken bir kural. Örneğin, eşinizin sinirli, kızgın, öfkeli veya ilgisiz tavırlarında iyi zanlı yaklaşın. Eşinizi yanlış anlayabileceğinizi, sizi incitmek amacı ile yapmadığını öncelikle düşünün. Olumsuz senaryolara inanmak analitik düşünce yeteneğini bozduğu için kişiyi yanlış yargılara götürür. Bu da iletişime zarar verir…
Etkili iletişim ve ilişki, hâl üzerinden gerçekleşir
İletişimin üçayağı vardır: Sözel aktarım, duygusal aktarım ve davranışsal aktarım… İlişkilerde sözel aktarım meselenin % 5 -10’unu kapsar. Söz ile sadece bilgiler aktarılabilir. Bir şeyi bilmek ve şeyin bilgisini sunmak meseleyi çözmez. Duygusal ve davranışsal aktarımda; ses tonu, söyleniş biçimi, beden dili, ifade biçimi, niyet devreye girer. Bilinen şey söylendiğinde niyetimiz nedir, söyleneni ne kadar yaşıyoruz, söylenene inanıyor muyuz? Sadece bilgi vermek, tebliğ demek değildir; hakiki tebliğ, iletişim, aktarılan bilginin yaşanmasıyla ilgilidir. Bir şeyi ne kadar iyi bildiğimiz ve aktardığımız önemli değil, bildiğimiz ve aktardığımız şeyleri ne kadar yaşadığımız önemlidir. Etkili iletişim ve ilişki, hâl üzerinden gerçekleşir.
Hâl ve durum, söyleneni hükümsüz kılar…
İnsan bir şeyi çok güzel anlatabilir, duygusal olarak etkileyici de olabilir. Ancak güzel anlatılan ve duygusal olarak etkileyici olan davranışta görünmezse, konuşmacının hâllerinde anlatılanların izi yoksa uzun süre tesirli olması düşünülemez. Nasrettin Hoca bir arkadaşını ziyaret eder. Daha eve varmadan, uzaktan arkadaşını pencereden görür. Eve vardığında kapıyı çalar. Kapıyı açan çocuk, “Babam evde yok.” der. Bunun üzerine Hoca, çocuğa şunu der: “Hımm… Baban yok demek… Peki, o zaman babana söyle, kafasını pencerede unutmuş.” Hoca’nın hikâyesinde, hâl ve durum, söyleneni hükümsüz kılar. Söylenen, duruma ve hâle uymuyor. Hoca da o tesirli mizahî diliyle hakikati bütün açıklığıyla veriyor.
Sahici ve sağlıklı ilişki için…
Sahici ve sağlıklı ilişki kurmak isteyenler monologdan vazgeçmeli; benmerkezci olmamaya bakmalı. Kişi, bunu yapmazsa, bir kumandan gibi davranırsa iş birliğini gerçekleştiremez. İlişkide karşı taraftan verim almak isteniyorsa buyurgan olunmamalıdır.
Çağ, biraz ego çağı; modernizm, bireysellik adına egoizme oynuyor. Aşırı bireysellik vurgusu da “insana değer” şeklinde anlaşılmamalı; bireysellik, aksine insanı, değer ve manevi değerlerinden soyutlama çabasıdır. Birey, manevi değeri ve kutsalı olmayandır. Onun merkezinde ölümün, sonsuzluk arzusunun, varlığa değer vermenin işaret ettiği maneviyat yoktur. Hâlbuki insan biraz da bu hakikatlerle insan olur; insan olan için ölüm, sonsuzluk arzusu, şeylerin anlamı belirleyicidir. İşte birey, bunlara sırt dönen varlıktır; sırt döndüğü şeylerin oluşturduğu boşluğa egoizm, nefsani arzuların tatmini oturmuştur. Birey sözde kutsalları geçmiş ama bu sefer nefsaniyetini kutsallaştırmıştır. ‘Ben’, nefsani arzular, o kadar temel şeyler olmuştur ki ‘birey’ bir anlamda dokunulmaz olmuştur. Tanrı varlıktan kovulmuş, insan onun yerine ikame edilmiştir.
Hümanizmanın böyle bir boyutu vardır; Hıristiyanlıkla kavganın sonucunda din olarak belirmiştir. Modernizmin felsefi karşılığı böyledir. Hümaniste ayrı, hümanizm ayrıdır. Hümanizm insanı kutsallaştıran, yücelten, onu kusursuz gören, yeryüzünün sahibiymiş gibi değerlendiren bir yaklaşım. Hümanist ise, insanı bir değer olarak işaret eder; insanın eşref-i mahlukatlığına göndermedir biraz. İnsanın varlıktaki anlamlı yerine işaret etmek farklı, insanı tanrısallaştırmak farklıdır. İnsancıl olmak anlaşılır ama insancı olmak sıkıntılıdır. İnsancı hümanizma, varlığı insana kurban eden bir şeydir; insancıl olmak ise insanın varlıktaki yerinin belirmesine çalışmaktır. İnsanın egosunu şişirdiği içindir ki çağ bu kadar çiğ olmuştur. Şair Necatigil’in ifadesiyle, “çok çiğ çağ”da yaşıyoruz.
İletişimde ‘ben’ dili ve narsist tutum iletişimin seyrini olumsuz etkilemektedir. İlişkide ‘ben’i, kendini savunma problemlidir. Bu ister istemez karşı tarafı da savunmaya götürür. Böylece iki tarafın da kendini haklılaştırma çabasına girdiği ilişkiler doğar. Karşı tarafın suçlandığı konuşmalar ilişkiyi koparır, kişi kendini savunmaya gider. Dolayısıyla iki tarafın kendini savunduğu, kendini haklılaştırdığı, tarafların birbirini anlamaya çalışmadığı bir durum ortaya çıkar. Bu sebeple, “Sen ne biçim insansın? Niye böyle yapıyorsun?” dememek gerekir; “Sen kendine, ben kendime oynarsam birbirimizi anlayamayız.” denmeli. Böyle davranıldığında karşı taraf durup düşünecektir, karşısında kırılabilen bir kalbin oturduğunu görecektir. Böylelikle insan konuşurken kendisini değil başkasına konuşmuş olacaktır. İlişki iki insan arasında gelişir. “Ben ve sen” in katıldığı ortak bir zemindir ilişki; monologu değil diyalogu gerektirir. İş birliği olmadan ilişki olmaz.
İletişim becerileri
İletişim becerilerinde birçok yöntem vardır. Güvene dayalı davranış modeli bunlardan biridir. Ailede pozitif anlam ve iletişim arayışı bağlamında altın standart çözüm olarak bu model değerlendirildiğinde modelin olmazsa olmazı, karşı tarafı suçlayıcı ve yargılayıcı üslup kullanmamaktır.
Karşı tarafı iğnelemeyi, kusurlarını saymayı, yalan söylemeyi baştan reddeden bir modeldir bu. Sağlıklı bir ilişki için bu model kaçınılmazdır. Güvene dayalı bir ilişki için asla yalan söylenmemelidir. Bunu başarmak öyle kolay değildir. Kimya yalan söylemez ki? İnsan tabiatı biraz yalana meyyaldir; yalan, insanın çocukluğundan kök alır.
Malum, çocuklar erken yaşta bir savunma psikolojisi içinde yalana başvurur. Kimi zaman korktuğu, çekindiği için kimi zaman örnek aldığı insanlardan gördüğü içindir bu tavrı. Tabağı kırdığı ortadadır, ama “Hayır, ben kırmadım.” der. Bunun üzerine anne sinirlenir, çareyi tokat atmakta bulur. Çocuk, bu tutumla yalan söylememek gerektiği konusunda bir şey öğrenmez, annenin tokadı sebebiyle korkar sadece. Korkarak itaat etmeyi öğrenir. Şüphesiz annenin yapması gereken tokat atmak değildir. “Bak evladım, tabağı kırdığın ortada. Tamam, üzücü bir şey bu ama sen daha kötüsünü yaptın, doğru olmayan bir şey söyledin, yalan söyledin.” diyebilmelidir.
Dünyanın en pahalı şeyi güvendir. Yalanın üzeri, doğrunun altı çizilmelidir,
Böyle davranıldığında çocuk iki şey öğrenir: Annesi tarafından sevildiğini ve her ne olursa doğru konuşmak gerektiğini… Bu şekilde davranmada yalanın üzeri çizilirken doğrunun altı çizilir. Güvene dayalı ilişki modeli, işte bu şekilde adım adım çocukluk döneminde temellendirilmelidir. Çocuk, her şartta doğru söylemenin erdemine inanırsa hayatının sonraki dönemlerinde de doğru olarak davranır. “Açık, şeffaf, dürüst ve hesap verebilir” hayat yaşayan kimse hem daha kolay mutlu olur hem de dünyanın en pahalı şeyi olan güveni kazanır.
Kimi zaman bir insanın özellikle savunulduğu görülür. “Niye bu adamı bu kadar savunuyorsun?” denildiğinde cevap, “Adam bende güven uyandırıyor, bunun için” dir. İnsan sırf güven duyduğu için bazı insanların arkasında durup, onlara çok şey emanet edebiliyor. Mesela hasta güvendiği için sorgusuzca kendini doktora teslim eder.
Kötülüklerin kapısını yalan açar…
İlişkide karşı tarafın bir iki yalanına tanıklık edildiğinde bu tanıklıktan sonra o insana güvenilir mi? Hayır, güvenilmez çünkü bir tek yalan güveni bitirir. Güven, tedirgin bir güvercin gibidir; söylenmiş tek yalan, güvercini kaçırtan bir taş olur. Denir ki, kötülüklerin hepsi bir odaya kapatılmıştır. Kötülüklerin üzerine kapatılmış kapıyı açan anahtar ise yalandır.
Yalan konuşmaya başlayınca kötülüklerin hepsi ortalığa dökülmeye başlar. Yalan böylesine tehlike barındıran bir şey olduğu hâlde günümüzde çok daha yaygınlaşmıştır. İletişim teknolojileri sayesinde hayatın her tarafına, ilişkilerin bütün boyutlarına sızmıştır. Yalan o kadar kanıksanır, kabullenilir olmuştur ki dürüst olmak başlı başına bir meziyet hâline gelmiştir. Dürüst olmak temel bir şey iken, şaşırtıcı olmaması gerekirken, meziyet gibi karşılanmaktadır. Günümüzde adamın olması gerektiği gibi davranması, normal olanı yapması; çalmıyor çırpmıyor oluşu bile şaşırtıcı olmaktadır. “Aaa, adam çok dürüst!” denmektedir. Ekonomi modelleri dökülüyor çünkü modelleri realize edenler dürüst değil. Dürüstlüğün genel geçer olmadığı ortamlarda kötülükler de hızla yayılmaktadır.
İş birliğinin yeşerdiği zemin güvendir…
Modernizmle birlikte bireyselliğin her geçen gün arttığı, yaşamın tüm alanını işgal eden, ilişkileri ve iletişimi sekteye uğratan bu durumdan güzel bir iş birliği, sahici ve sağlıklı ilişkiler için güvene dayalı ilişki modeli önem taşımaktadır. İlişkilerde monoloğun terk edilip benmerkezci olmamaya gayret edinme hassasiyetiyle ailede pozitif anlam ve iletişim arayışı bağlamında altın standart çözüm olarak güvene dayalı ilişki modelini benimsemeliyiz. Unutulmamalıdır ki iş birliğinin yeşerdiği zemin güvendi
Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü-Psikiyatrist
İstanbul Eğitim ve Kültür Dergisi Ocak - Nisan 2023 Yılı 5 Sayısı
Okunma : 1736