Dostlarını, davalarını, saflarını terk edenler düşmanların ağına düşüyor. Grubunu terk eden eski günlerine, eski büyüklerine, eski kutsallarına saldırıyor. Tarih boyunca Brütüsler hep var oldu, bundan sonra da olacak. Sahi kimdir günümüzün Brütüsleri?
Shakespeare, Julius Sezar adlı eserinin o en bilinen sahnesinde "Et tu Brutus?" (Sen de mi Brütüs?) dedirtir Sezar'a. Sonra elbisesini başına çekip "Öyleyse öl Sezar!" diyerek kaderini mühürleyecek 23 hançer darbesine bırakır kendini. Psikologlar, edebiyat tarihinin bu en meşhur satırlarında bir hastalık ve bir travmanın bulgularını görürler. Tıp literatürüne Brütüs Kompleksi diye giren hastalık, hastanın kendini büyüten, koruyan, kendine bakan kişiye karşı kin besleme, onu ortadan kaldırma, onun gölgesinde kalmaktan kurtulma arzusu olarak tanımlanabilir. Buna karşılık "Öyleyse öl Sezar!" cümlesi 1991 yılında Prof. Jenifer J. Freyd'in literatüre kazandırdığı 'İhanet Travması'nın temel bulgusu. Freyd, özellikle kendisini korumasını beklediği kişilerin ihanetine uğrayanların sonu intihara kadar varabilen bir travma geçirdiklerini kaydediyor.
TARİH BOYUNCA BRÜTÜSLER
Marcus Junius Brütüs'ün hikâyesi Voltaire ve Shakespeare'in kalemlerinden çıkmamış olsaydı 'en yakınından gelen ihanete' verilecek özel bir ad olmayacaktı. Brütüsler, tarih boyunca oldukları üzere hep var olacaklar, ama adları hain, dönek, satılmış gibi kelimelerin arasında kaynayıp gidecekti. Oysa Brütüsler nitelikli birer teröristtirler. Sadece ihanet ettikleri eski dostlarını değil, dostluğa, kardeşliğe, davaya inanan herkesi hedef alır ve herkese zarar verirler. Brütüslerin 'ilk hançeri vurdukları' o ihanet anı eski dostların, dava arkadaşlarının arasında sosyal-psikoloji uzmanlarının "Kennedy Etkisi" dedikleri bir patolojiye yol açar.
Bu patoloji ihanetin o anını unutulmaz kılar ve yaşayanların hafızasına donuk bir kare olarak kazır. John F. Kennedy vurulduğu gün, o beklenmedik ihanetin şahitleri için zaman durmuştur. Yıllar sonra bile herkes o anda nerede olduğunu, ihanetin haberini nasıl aldığını, neler hissettiğini en ince ayrıntısına kadar hatırlar. Bu tür donuklaşmış kareler toplulukların hayatında arttıkça kardeşlik ve vifak duyguları zedelenir, soyut idealler geliştirememiş ruhlar ümitsizliğe ve ye'se kapılır. Bu anlamda Brütüsler tıpkı teröristler gibi toplumu hedef alır; kargaşa, dağılma ve güvensizlik atmosferini yaymaya çalışır; tıpkı teröristler gibi medyayı kullanır; tıpkı teröristler gibi kendi amellerini kutsal veya üstün bir davanın fiiliyata dökülmüş hali gibi sunarlar.
Tıpkı bütün nitelikli teröristler gibi Brütüsler de sevilmezler. Bunun en çarpıcı örneği Romalı Brütüs'ün kendisidir. Senatör arkadaşları ile birlikte Sezar'ın sert ve haris politikalarının Roma'yı yıkmakta olduğuna ve halk için en iyi yönetimin cumhuriyet rejimi olduğuna inanan Brütüs, kendisini evlat edinmiş Sezar'a ilk hançeri indirdikten sonra halka seslenmiş ve "Ulu Roma'nın insanları! Bir kez daha özgürüz!" demişti. Ancak Sezar bütün diktatör eğilimlerine rağmen halk tarafından seviliyordu. Dahası onu öldürenlerin arasında bizzat kendi evlatlığının bulunması halkın duygularını galeyana getirmişti. Bir kurtarıcı değil, hain katiller olarak görüldüler. Doğuya kaçıp bütün bir Roma İdeali'ni terk ettiler. Brütüs kendisini felsefeye adadı ve bir yıl içinde de intihar etti.
GİZLİ GÜNDEM BRÜTÜSLEŞTİRİYOR
Kişilik bozukluklarının sömürüldüğü psikolojik harp taktikleri üzerine uzman Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Brütüslerin büyük bir kısmının gizli gündemi olan kişilerden çıktığı kanaatinde. Kurumsal ve grupsal sadakat oluşumu üzerine yapılan çalışmalar bu sadakatin kaybının özellikle kurum veya grup içinde kendine ait bir gündemi olan 'liderlik tutkulu' insanlarda görüldüğünü ortaya koymuş. Nevzat Tarhan, bu kişilerin gruba bağlanma nedenlerinin muğlak ilkelere değil mutlak faydaya bağlı olduğunu, dolayısıyla da bu kişilerin şartlara göre durum değiştirebileceklerini söylüyor. Tarhan'ın baş örneği de yine tarihsel Brütüs.
Gerçekten de mevcut tarihî ve edebî malzeme Brütüs'ü daha en erken dönemlerde maddi çıkarlarına birinci planda önem vermiş, kendisi en güçlü olmadığı dönemlerde muhakkak güçlü birinin gölgesinde palazlanmayı beklemiş, kaçınılmaz gördüğü devrimlere destek vermiş bir faydacı olarak gösteriyor. Brütüs'ün gençlik yıllarında tefecilik yaptığı, Pompey adlı ordu komutanının güçlenmesi üzerine Sezar'a karşı girişilen savaşta Pompey'in yanında yer aldığı, Pompey'in yenilmesinden sonra Sezar'ın kendi annesiyle olan evlilik dışı ilişkisini kullanarak affedilmeyi başardığı ve bundan sonra Sezar'ın yanında çalışmaya başladığı biliniyor.
Brütüs'ün, Sezar tarafından evlatlık edinilmesi ve senatoda önemli bir göreve getirilmesine karşın içten içe bacanağı Cassius ile birlikte kurduğu komplo da tam bir 'gizli gündem' göstergesi. Brütüs ve Cassius'un başını çektiği klik kendisine 'Liberaller' adını vermiş ve Sezar'ın gittikçe diktatörleşen yönetimine karşı örgütlenmiş olsa da Brütüs kendisine 'oğlum' diye hitap eden Sezar'a bu gündemini sezdirmemiş. Shakespeare gibi yazarlar Brütüs'ü yüksek idealleri olan bir kahraman olarak lanse etse de tarih Brütüs'ü bir "baba katili ve ideallerinden çok kendi liderlik hayallerine kilitlenmiş bir makam düşkünü" olarak hatırlar.
Brütüs'ün Sezar cinayetinden sonra halka yaptığı konuşma aslen bacanağı Cassius'un kaleminden çıkmış olsa gerektir. Brütüs, Sezar'la dost olduklarını, onu çok sevdiğini ama Roma'yı Sezar'dan ve Sezar'ın Roma'yı sevdiğinden daha çok sevdiğini söyler. Kendince Helen şehir devletlerinde gördüğü demokrasiyi Roma'ya taşımak, Roma insanının mutluluğunu sağlamak istemiştir. Brütüs, tarihin bütün Brütüsleri gibi resmin tamamını görmekten aciz bir fıtrattır. Sezar'ın ortadan kaldırılmasının cumhuriyet rejimini geri getireceğini zanneder. Oysa Brütüs'ten sonra halka bir konuşma yapan General Mark Antony, halkın Sezar'a olan sevgisini kullanarak Brütüs ve ekibinin planlarını altüst eder.
İNTİKAM HİSSİNE KURBAN EDİLEN EBEDİ SAADET
Brütüs'ün iplerini elinde tutan gerçek komplocunun Cassius olduğu söylenir. Kendisi Sezar'ın yerine geçmek ihtirası ile yanıp tutuşur, ama bunun için gerekli hamleyi kendi başına yapamayacak kadar korkaktır. Bu sebeple Sezar'a olan bağlılığının göstermelik olduğunu keşfettiği Brütüs'ü kullanır. Aslında uyumlu, sürüyü takip eden bir kuzu görünümü sergileyen Brütüs, Cassius'un cinayet fikrini ilk duyduğunda çekimser kalmıştır. Ama zamanla Cassius'un etki alanına girer ve yaptığı işin tarihin seyrini değiştirecek çok hayırlı bir şey olduğuna inanmaya başlar. Gariptir ki yaptığı her şeyi Roma'nın iyiliği için yaptığına inanan Brütüs, tarih mahkemesinde baba katili olarak hüküm giyerken hain ve kurnaz Cassius'un komplonun mimarı olduğu unutulmuştur. Yine de Mark Antony, Cassius'a tarih kadar merhametli olmamış, o da bir savaş sırasında ele geçirileceğini anlayınca intihar etmiştir.
Gizli gündemleri dolayısıyla içinde bulundukları gruba surî bir bağlılık gösterenlerin Brütüsleşmesi Roma kültürüne has bir şey değildir. Hz. Resulullah'ın ashabının içine sızmış öyle kimseler vardır ki bunlar Ashab-ı Resulullah'dan olma şansını küçük bir kan davasına veya kavim asabiyesine feda etmişlerdir. Mikyas ibn Subâbe bu talihsizlerden biridir. Kardeşi Hişam b. Subâbe kendisinden önce Müslüman olmuş, ancak bir gazvede onu müşriklerden zanneden bir Müslüman tarafından öldürülmüştü. Bu olaydan sonra Müslüman olduğunu söyleyerek Medine'ye gelen Mikyas, kardeşinin kanı için kısas istedi. Ancak Hz. Peygamber Aleyhisselam öldürmenin hata ile olduğu için diyet ödenmesine karar verdi. Diyet kendisine ödendiği halde Mikyas bir yolunu bularak kardeşini öldüren kişiyi öldürdü. Bundan sonra da Mekke'ye kaçarak irtidad eyledi.
Gizli gündemleri dolayısıyla Kur'an'ın levmettiği Abdullah b. Übeyy ve onu takip eden Evs ve Hazrec münafıklarının hikâyesi de İslam tarihi boyunca Brütüs fıtratlılar hakkında ümmete ibret olmuştur. Bakara Suresi 8-16 ayetlerinde bu insanların kalbinde bir hastalık olduğundan bahsedilir.
Prof. Nevzat Tarhan, Brütüslerin bir kısmının hakikaten hasta olduğu görüşünde. Bazı kişilerin tıpta siklotimik kişilik denilen manik depresif bir iki uçlu duygu durum bozukluğu sergilediğini belirten Tarhan, bu kişilerin ifratla tefrit arasında gelip giden bir karaktere sahip olduklarını söylüyor. Siklotimik kişiler beyinleri ile kalplerini aynı anda kullanamıyor ve davalarına sadece hislerle bağlanıyor. Tarhan, bu açıdan grup sadakati ölçülürken sadakatte aşırıya giden kişilere dikkat etmek gerektiğini, bunların sarkaç gibi bir anda öte uca geçebileceklerini söylüyor.
HACI MURAT'IN İHANETİ
Kişiliği iki kutup arasında gidip gelen, bu arada büyük dava önderliğinden hainliğe geçiş yapan meşhur bir isim Kuzey Kafkasya kahramanı Hacı Murat. Dağıstanlı Hacı Murat'ın adı ünlü yazarların eserlerine isim olmuş. Çoğunluk birbiriyle çelişen halk hikâyelerinin arasından sağlıklı bir Hacı Murat öyküsü çıkarmak hemen hemen imkânsız. Onun muhteşem bir savaşçı olduğu muhakkak. Ama kan davalısı Hamzat Beg'i öldürtmesi daha erken yaşlarda isminin yanına bir soru işareti koydurdu.
Ruslarla işbirliği yapan Avar Hanı Ahmet'in komplosuyla tutuklanmış, esir edilmiş, esaretten kaçmış ve Şeyh Şamil'e katılarak dillere destan bir direniş savaşı başlatmıştı. Ama 1851 yılında Ruslara karşı zafer üzerine zafer kazandığı bir dönemde birden, bire Rusların tarafına geçtiğini bildirdi. Bu o kadar beklenmedik bir olaydı ki çoğu yandaşı bunun Şeyh Şamil ile birlikte yaptıkları bir plan olduğuna inanmayı tercih etti. Hacı Murat iki yıl kadar bir Rus kalesinde yaşadı. 4 Nisan 1893’te bulunduğu kaleden kaçmaya çalışırken kendisini takip eden Rus askerleriyle giriştiği çarpışmada öldü. Bazıları kaleden kaçışının, hatasını anlaması üzerine Şeyh Şamil'e katılmak üzere girişilmiş bir macera olduğu kanaatindedir. Başkaları da tek derdinin Şeyh Şamil'in hapishanelerinde bulunan ailesini kurtarmak olduğunu söylerler. Her durumda Hacı Murat Ruslara sığınmanın yanlış olduğunu anlamıştı. Ama geri dönüş yolu gidiş yolu kadar pürüzsüz değildi.
BUNAMA SALDIRGANLAŞTIRIYOR
1851 yılında Rus ordusuna yazılan Lev Tolstoy, Çeçenistan cephesinde savaşmaya gönderilmişti. Cephedeki yıllarında Hacı Murat'ı yakinen tanıma, onunla ilgili bütün halk hikâyelerini dinleme imkânı buldu. 1904 yılında yazdığı Hacı Murat adlı eseri 1912 senesinde yayımlandı. Hacı Murat, Rusların Çeçenistan ve Dağıstan cephelerinde yaydıkları dehşeti ve bunun karşısında direnmeye çalışan gururlu bir halkın kendi gururuna yenilen bir liderinin hikâyesini anlatır. Hacı Murat dağların iki aslana dar geldiği bir zamanda aslanca ölmeyi kendine yedirememiş, Rusların bilemediğimiz teklifleri karşısında Şeyh Şamil'in Brütüs'ü olmuştu.
Prof. Nevzat Tarhan genellikle belli yaşın üstündeki Brütüslerde görülen bir hastalığın da gizli bir bunama çeşidi olduğunu söylüyor. Bu insanlar sağlıklı iken davaları uğruna büyük fedakârlıklarda bulunurken birdenbire sapma gösteriyorlar. Tarhan, bunların bir kısmında Gizli Demark denilen ve unutkanlık emaresi göstermeyen bir tür bunamanın olduğunu, bu insanların utanma ve acıma duygularını kaybettiğini söylüyor. Bu hastalarda anatomik olarak beynin ön bölgesinde küçülme ve erime yaşanıyor. Bunun paralelinde o güne kadar kontrollü, edepli, çalışkan, dürüst ve ilkeli bir kişilik sergileyen hasta birdenbire grubuna, davasına veya şirket ideallerine olan inancını kaybediyor. Bu hastalar tutunacakları yeni bir ideal oluşturamadıklarından eski dostlarına saldırmayı bir varlık gayesi haline getiriyorlar. Tarhan, ilerlemiş yaş kadar şeker hastalığı, damar sertliği ve kafa travmalarının da bu hastalığa sebep olabileceğini ifade ediyor.
İster bunama sonucunda olsun isterse basit bir 'suçluluk duygusunun bastırılması mekanizması olsun' Brütüslerin sıradan döneklerden en önemli farkları davalarını terk etmekle kalmayıp, eski dava arkadaşlarına saldırmaya başlamaları. İnsanlık tarihi çeşitli sebeplerle davalarına ihanet edenlerin karşı cephenin 'uşağı' ve 'konuşan ağzı' olduğu örneklerle dolu. İslam tarihinin böylesi Brütüslerle tanışması ne yazık ki oldukça erken olmuş. Hayatının bir dönemini Ashab-ı Resulullah içinde zekât memuru olarak geçiren Abdüluzza b. Hatal bunlardan biri.
İbn Hatal Müslüman olduktan sonra Resulullah Aleyhisselam ona Abdullah adını vermiş ve onu zekât memuru olarak görevlendirmişti. Bu görevi sırasında kendisine yardım etmesi için bir köle de tahsis edilmişti. İbn Hatal bir gün bu kölesiyle zekât toplamak için yolculuğa çıkmıştı. Kölesi uyuyakalıp kendisine yemek hazırlamadığı için zavallı adamı döverek öldürdü. Bundan sonra da yaptığı işten ürkerek Mekke'ye kaçtı ve eski dinine geri döndü. İbn Hatal yaptığı işten öylesine utanmıştı ki bunu bastırmak için Resulullah'ı hicveden şiirler yazmaya başladı. Hatta iki şarkıcı kadın tutup bunlara yazdığı şiirleri şarkı olarak söyletiyor ve bununla kendi suçluluk duygusunu bastırmaya çalışıyordu.
VAHİY KATİPLİĞİNDEN İFTİRA HATİPLİĞİNE
Resulullah'ı tanıma şerefine nail olmuş, ama fıtratındaki kendini beğenme ve beğendirme arzusundan dolayı büyük bir imtihan atlatmış isimlerden biri de Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh. İbn Ebî Serh Mekke'de Müslüman olmuş ve Medine'ye hicret etmişti. Eli kalem tutan zeki bir insandı. Vahiy kâtipleri arasında yer almıştı. Vahiy nazil olurken Arapça'nın kendine has iç uyumu İbn Ebî Serh gibi eğitimli insanların vahyin geri kalan kısmını tahmin etmelerini sağlardı. Fakat İbn Ebî Serh bunu kendisine has bir kabiliyet olarak gördü. Daha Medine'de iken vahiy hakkında Hz. Peygamber Aleyhisselamı kıracak iftiralar uydurdu. Bunların duyulduğunu fark edince de Mekke'ye kaçtı. Orada kendisine bir yer edinebilmek için eski dinine geri döndü ve vahiy kâtipliği yaparken bazı kısımları kendisinin kasten değiştirdiği gibi yalanlar söyleyerek müşrikleri eğlendirmeye çalıştı. Mekke'nin fethinden sonra süt kardeşi Hz. Osman'a sığındı ve yeniden Müslüman oldu. Bundan sonra hayatı boyunca samimi bir Müslüman olarak yaşamış olsa da Mısır'a vali tayin edildiğinde halk onu kabullenmek istemedi. Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra da Filistin sahillerine yerleşerek yalnız bir şekilde öldü.
Modern dönemde inancını kaybedip İslam karşıtı bir söylem benimseyen isimlerden biri de İbn Warraq'dır. Hindistanlı Müslüman bir ailenin çocuğu olan İbn Warraq İngiltere'deki eğitimi sırasında dinini kaybetmekle kalmamış, azılı bir İslam eleştirmenine dönüşmüştür. "Why I am not a Muslim? - Neden Müslüman değilim?" adlı eseri İngilizce konuşan dünyada en çok satanlar listesine girmiştir.
İbn Warraq'ın İslam ve Hz. Muhammed Aleyhisselam hakkındaki iftiraları modern dönem anti-İslamcı söylemin bulduğu hemen her iftirayı son noktasına kadar götürür: İftiralarında Efendimiz Aleyhisselam eski kitapları incelemiş ve bunların üzerine kendi dogmatizmini kurgulamış bir dâhiye dönüşür. Müslümanlar dinlerini sorgularlarsa inançlarını kaybedecekleri korkusuyla gerçeklerden kaçan bir cahil adamlar güruhu, namaz İran'dan alınmış bir ritüel, hac ve sünnet Cahiliye Araplarının geleneği, başörtüsü ve el açarak dua etme kötü ruhları kovmaya yönelik primitif dinlerin geliştirdiği mekanizmalar... Hasılı Warraq'ın sunduğu İslam hemen her yönüyle kendinden önceki kaynaklardan alınmış bir uydurmalar silsilesidir.
İbn Warraq'ın satırlarında İslam şiddetle, Bin Ladin'le, ırkçılıkla, Yahudi düşmanlığıyla, anti-demokratik eğilimlerle, dogmayla, körü körüne anlaşılamayan bir kutsal kitaba bağlanmakla eşdeğerdir. İbn Warraq için İslam'ı benimsememek yeterli değildir. Ayağa kalkıp ona karşı aktif mücadele etmek gerekir. Karikatür krizi sırasında bu görüşünü net bir şekilde ifade eden İbn Warraq, bu konuda susmanın dahi "İslam'ın dünyanın umumuna dayatmaya çalıştığı totaliter ideolojiye hizmet etmek olacağını" iddia etmiştir.
TEHLİKE SİNYALİ VERİYORLAR
Prof. Dr. Nevzat Tarhan grup sadakatinin kırılması sonrasında saldırgan ve aşırı eleştirel politikalar benimseyenlerin genellikle grup içindeyken de sinyal verdiklerini söylüyor. Ona göre davasını veya grubunu terk eden kişilerin eski dostlarına veya ideolojilerine acımasız eleştiriler yöneltmeleri, hatta arada iftiraya başvurmaları kişilikleriyle alakalı. Bu kişilerin yalan söylemeye yatkın kişilik yapılarına sahip olduklarını söyleyen Tarhan, çıkara bağlı, ilke ve yüksek ideallere değil kendi menfaatlerine önem veren, egosentrik, sahtecilik eğilimli kişilerin daha grup içindeyken 'her masada farklı hikâye anlatan' kişiler olduğunu kaydediyor. Bu insanlar kendi eksikliklerini kişilikleri etrafında uydurdukları hikâyelerle kapatıyor, sıklıkla yemin ediyor, periyodik olarak namus ve dürüstlük konferansları veriyorlar.
Tarhan bu kişilerin ben-merkezcil yapılarından dolayı kendilerini sorgulayamadıklarını, bu sebeple de sağlıklı değişim gösteremediklerini düşünüyor. İnsan doğası değişen şartlarla birlikte dönüşümü gerekli kılıyor. Ama kendilerini sorgulayamayanlar dönüşüm yerine başkalaşma yaşıyorlar. Başkalaşma beraberinde suçluluk duygusunu, bu da bir bastırma mekanizması olarak saldırganlığı getiriyor. "Ben de iyi, o da iyi ama ben bunu seçtim." diyemeyen bu Brütüsler, eskiyi kötülemeyi tek yol olarak görüyorlar.
Brütüslüğünü eskinin acımasız eleştirileri üzerine kurgulamış tarihî şahsiyetlerden biri ünlü Fransız devrimcisi Danton'dur. Fransız İhtilali'nin bu kritik ismi devrimin en önemli ayaklanmalarında yer almış, kralın idam edilmesinde söz sahibi olmuştu. Monarşiye olan tepkisini ifadede kullandığı ağır dil onu Jakobenlerin etkin sözcülerinden biri haline getirmişti. Söylemi Adalet Bakanı olduktan sonra da devam etti ve meşhur 2 Eylül Katliamı'nda hapishanelerde yatan kişilerin rejim aleyhtarı olsun olmasın öldürülmelerini sağladı.
Danton kendisi gibi avukat olan Roberspierre'in yönetimi ele geçirmesinde etkin oldu. Fransız tarihine 'Terörün Hükümranlığı' dönemi olarak geçen ve bizzat 'terör' kelimesinin üretilmesine yol açan bu dönemde Danton'un adı bir dizi kirli işe karıştı. Siyasetten bir müddet uzaklaşmak zorunda kalan Danton, Paris'te tekrar boy gösterdiğinde bu kez yeni rejimin eleştirmeniydi. Kendi kurguladığı Roperspierre rejimini 'aşırıya gitmekle' suçlayan Danton, bu tutumuyla hem radikal devrimcilerin hem de Roberspierre yönetiminin düşmanı haline geldi. Sonunda da yönetim tarafından giyotine gönderildi. Danton tarihe 'döneklerin kahramanı' olarak geçti.
EN YÜZSÜZ BRÜTÜSLER SOLDAN ÇIKTI
Sovyet Rusya'da Brütüs adının yerine Kautsky adı kullanılırdı. Kautsky bir zamanlar 2. Sosyalist Enternasyonel'i yönetmiş, döneminin bir numaralı Marksist otoritesi kabul edilen bir kişiydi. Ancak özellikle Lenin yönetiminin gösterdiği diktatör eğilimler karşısında Marksizm'e olan inancını kaybetti. Fakat tarafsız da kalmadı. Bir anda burjuva parlamentarizminin, Avrupa Birleşik Devletleri idealinin, liberal demokrasinin savunucusuna dönüştü. Bu arada Marksist söyleme ağır eleştiriler getirmeye başladı. Öyle ki Marks ve Lenin'in bütün devrimci görüşlerini yerden yere vuruyordu. Lenin'in ifadesiyle Marks ve Engels'in kırk yıl boyunca anlattığı her şeyi denize atmış, bir burjuva uşağına dönüşmüştü.
Sovyetlerde Kautsky neyse Çin'de Wang Jingwei odur. 1920'lerde Çin Kuomintang Partisi'nin liderliğini yapan ve Çin Komünist Partisi ve Komintern ile beraber çalışan Wang Jingwei, komünizm ile faşizm arasında gelip giden bir kafa yapısı sergiler. Asıl dönüşümünü ise Çin-Japon savaşı sırasında yaşar. Çin, Shanghai Savaşını kaybedince Japonlarla ilişkiye geçer ve Japonlar tarafından Nanjing'de kurulan Japon ve Nazi yanlısı bir kukla devletin başına geçer. Çin nüfusunun yüzde 92'sini oluşturan Han Çinlileri Wang'ı Çin'in Brütüs'ü olarak hatırlar.
İrlanda'da Brütüs'ün ismi Dennis Martin Donaldson'dur. Yıllarca IRA'nın ikinci başkanlığını yapmış, İrlanda milliyetçiliğinin modern dönem ideologlarından biri olan Donaldson, sonradan yaptığı açıklamaya göre İngilizler tarafından hayatının hassas bir döneminde 'devşirilmiş' ve İngiliz hükümeti adına casusluk yapmaya başlamıştır. IRA tarihinin bu en utanç verici Brütüs vakası, Donaldson'un karışmış olduğu terör suçları, finansal sahtekârlıklar ve şantaj gibi faaliyetlerin çoğunun aslında MI5 karargâhında planlandığı düşünülünce daha dramatikleşmektedir. Donaldson, İngiltere adına casusluk yaptığı açıklandıktan sonra kayıplara karışmış, hayatının sonuna doğru bir gazeteci onu su ve elektriğin bile bulunmadığı ilkel şartlarda yaşarken bulmuş. Donaldson, İngiltere'den biraz para aldığını ifade etse de gerçekte bu ihaneti neden yaptığını hiçbir zaman açıklamamış. Yaşadığı ilkel şartlar içinde esrarengiz bir şekilde ölüp gitmiş.
Nevzat Tarhan, özellikle liyakatı olmayan makamlara getirilen kişilerde bu başkalaşma riskinin görüldüğünü hatırlatıyor. Bu insanların kendilerinin özel, farklı, çağının ötesinde olduklarını zannettiklerini söyleyen Tarhan zamanla egoları büyüyen bu insanların kendi kusurlarını görmeyen, başkalarının güzelliklerini takdir edemeyen, kendisini kutsallaştıran insanlarla çevrelenmek isteyen bir kişilik geliştirecekleri uyarısında bulunuyor. Son dönemlerde moda olan 'kişisel gelişim' projelerinden NLP modelinin temelde kişinin kendisini özel görmesine dayandırıldığını da hatırlatan Tarhan, bu modelin özellikle iş dünyasında Brütüs fıtratlıların ortaya çıkmasına yol açacağından endişeli.
YALANCI PEYGAMBER MÜSEYLİME'NİN BRÜTÜSLÜĞÜ
Grup sosyolojisi üzerine yapılan çalışmalar bölünmelerin veya kopmaların baş sebebi olarak liyakati olmayan şahısların liderlik arzusunu gösteriyor. Tarhan da temelde egoları güçlü olan bu kişilerin o grup veya şirketin düşmanlarınca tespit edilip, bir psikolojik harp taktiği olarak kullanıldıklarını söylüyor. Özellikle bir ideoloji etrafında örgülenmiş insanların içinden karakter zaafı olan, kendine tapan, çıkarını kutsallaştırmış veya zaaflarının ifadesi olarak toplum tarafından bilinmesini istemedikleri hatalar işlemiş olan kişiler rakip veya düşman tarafça kullanılmaya açık oluyor.
İslam tarihinin kaydettiği ilginç Brütüslerden biri de Müseylime adlı yalancı peygamberdir. Peygamberimiz Hicret'in 7. senesinde Bizans İmparatoru da dâhil olmak üzere civar ülke liderlerine onları ve halklarını İslam'a çağıran mektuplar göndermişti. Bu mektuplar üzerine Medine'yi ziyarete gelen Benî Hanife Kabilesi'nin temsilcileri arasında Müseylime adlı bir adam vardı. Bu adam edebî yönü oldukça kuvvetli bir hatipti. Ancak Müslümanları ve onların Hz. Peygamber'e olan saygısını görünce yüreğini bir kıskançlık kapladı. Kavminin Efendimiz Aleyhisselama değil de kendisine tâbi olmasını istedi. Bunun üzerine kendi peygamberliğini ilân etti ve bu iddiası bazı münafıkların da desteğiyle Benî Hanife arasında kuvvet buldu.
Taberi'nin naklettiğine göre Müseylime Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr etmemişti. O kendince peygamberliği paylaşmak istiyordu. Nitekim Peygamberimizin vefatından bir müddet önce gönderdiği bir mektupta Hz. Muhammed'e dünyayı paylaşmayı teklif ediyordu. Mektupta Müseylime hem kendisinden hem de Hz. Muhammed Aleyhisselam'dan peygamber diye bahsediyor ve "Ben, seninle birlikte peygamberlik vazifesinde ortağım. Yeryüzünün yarısı bize, yarısı da Kureyş Kabilesi'ne aittir. Ancak Kureyş haddini aşan bir kavimdir." diyordu. Peygamber Efendimizin cevabî mektubu bugün Topkapı Sarayı'ndaki Mukaddes Emanetler bölümünde durmaktadır.
Efendimiz mektubunda A'raf Suresi'nin 128. ayetine atfen şöyle buyurdu: "Bismillahirrahmanirrahim… Allah'ın Resulü Muhammed'den yalancı Müseyleme'ye… Selam hidayete tâbi olanlara olsun. Bilesin ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Zafer erdemli davrananlarındır."
FİLİSTİN'İN İŞBİRLİKÇİ BRÜTÜSLERİ
Olanca kutsallığına ve büyük dava adamları yetiştirmiş olmasına karşın Filistin Davası'nın da hainleri var. İsrail, ihanete meyilli Brütüs adaylarını bir dizi yöntemle belirliyor ve bunları işbirlikçi olarak kullanıyor. Uzmanlar bugün İsrail'in 15 bin kadar Filistinli işbirlikçiyi sürekli olarak kullandığını söylüyor. İsrail Ordusu'nun Filistinli Brütüsleri devşirme yöntemlerinin başında ahlâk ve namus duygusunun sömürülmesi geliyor. Kadın zaafı olan Filistinliler İsrail ajanlarınca baştan çıkarılıyor ve fotoğraflanarak şantaja maruz bırakılıyorlar. Kadın giyim mağazalarında elbise değişim yerlerinde çekilen fotoğraflar şantaj malzemesi olarak kullanılıyor. Uzun süre hapiste kalmakla işbirlikçi olmak arasında tercihte bulunmaya zorlanan Filistinliler de var, İsrail'in barışı sağlamak için teröristlere karşı kendilerine ihtiyacı olduğuna inanan saf delikanlılar da. Bazılarının ise para karşılığı satın alındığı biliniyor.
Filistinlilerin en iyi hatırladığı Brütüslerden biri 'Bombacı' adıyla bilinen Yahya Ayyaş'ın ölümüne yol açan Kemal Hamed. 1996’da Üsame Hamed adlı arkadaşının evinde saklanan Ayyaş'ın cep telefonu birdenbire çalışmamaya başlar. İsraillilerin telefonu bloke etmiş olabileceğini düşünemeyen Ayyaş, Üsame'nin amcası Kemal'in kendisine verdiği yeni cep telefonunu memnuniyetle alır. Mossad'ın telefonun içine yerleştirdiği bomba patladığında kafasının büyük bir kısmı vücudundan kopar. Bu arada Kemal de kayıplara karışır.
Utanç duygusunun kullanıldığı içler acısı bir durum da Cefal ve Vedad'ın henüz geçtiğimiz ay ortaya çıkan hikâyeleri. Gazze'nin Balata kampında yaşayan saygın bir ailenin oğlu Cefal, iki yıl önce kız kardeşinin çıplak fotoğraflarıyla karşısına çıkan bir Filistinli tarafından bu fotoğrafları bütün Balata'ya dağıtmak tehdidi ile İsrail adına çalışmaya zorlanır. İsrail pek çok Filistinli ile çalışmaktadır ama Cefal özel olarak seçilmiştir. Hedef Aksa Şehitleri Tugayı'nın Balata reisi Hammûde İşteyvî'dir. İsrail Cefal'i İşteyvî'nin yakın adamlarından Muhammed Hamis Ammar'ın karısı olan Vedad ile gizli bir ilişkisi olduğunu keşfettiği için seçmiştir. Böylece Vedad da Cefal üzerinden İsrail'e bilgi vermeye başlar.
İsrail Ordusu İşteyvî'yi öldürecektir ama Cefal bu sayede Muhammed Hamis'in de öleceğini, böylelikle Vedad ile evlenebileceğini ümit etmektedir. Nitekim İsrail ordusu Cefal ve Vedad'ın verdiği bilgilere dayanarak giriştiği operasyonda hem İşteyvî'yi hem de Hamis'i öldürür. Ancak Aksa Tugayı oldukça iyi saklanan İşteyvî'nin yerinin nasıl bulunduğunu kısa zamanda keşfeder. Cefal Ayiş, Balata'nın ortasında sokakta idam edilir. Vedad Mustafa ise kendi kardeşleri tarafından öldürülür.
MUTLU BRÜTÜS YOK
Prof. Nevzat Tarhan’a göre Brütüsler ihanet sonrasında iki yoldan birini seçiyorlar: Suçluluk duygusunun ittiği saldırganlık ve kişilik kaybının yol açtığı yeni çevresine yaranma endeksli doyumsuzca tekrarlanan yalanlar... Psikolog Frank Pittman evliliklerde yapılan ihanetlerin de benzer bir rota izlediği görüşünde. İhanet eden eş nadiren suçluluk hissederek affedilme yollarını aramaya ve özür dilemeye kalkışıyor. Daha çoğunlukla kendisini bu suça itenin gerçekte öbür eşin duyarsızlığı olduğu gibi yalanlarla mevcut ilişkiyi karşı tarafın bitirmesini sağlamaya çalışıyor. Bazı durumlarda da evlilik dışı ilişkiyi bir hayat tarzına dönüştürerek suçu sıradanlaştırmaya çalışıyorlar.
Frank Pittman ihanet eden eşin suçluluk duygusu altında başka kişilerin de aynı suçu işlemesini arzu ettiğini anlatıyor. Bazı durumlarda ihanet eden eş, bizzat kendi eşinin aynı suçu işlemesini sağlamaya çalışarak suçluluk duygusunu hafifletme yolu arıyor. Sosyal grup ihanetlerinde de benzer bir arayışa girişiyor Brütüsler: Eski dostlarının arasında bir Brütüs daha çıkarabilmek veya eski dava arkadaşlarının kendisine saldırmasını sağlayarak suçun tek 'hammal'ı olmaktan kurtulmak sevdası...
Sosyal psikologlar özellikle ideolojilerini terk eden Brütüslerin asla itiraf edemedikleri bir arzuyla geriye dönebilmek, özür dilemek, affedilmek ve hiç ihanet etmemiş gibi davasının mutlu bir ferdi olarak yaşayabilmek istediklerini, ancak utanç duygusunun buna kalkışmalarına engel olduğunu söylüyorlar. Brütüs bir defa bu duyguya kapıldı mı etrafını değil, kendisini ikna edebilmek için eski ideolojine veya inancına saldırmaya başlıyor. Bu durumdaki Brütüslerin en belirgin özelliği sadece kamusal alanda değil, yalnız başlarına kaldıklarında bile 'geçmiş' hakkında saldırgan iç-konuşmalar yapmaları. Sürekli olarak geçmişi yeniden yazan bu kişiler kendilerini o geçmişin yapraklarından silmeye başlıyorlar. Bu da beraberinde bir dizi kişilik problemine davetiye çıkarıyor. Brütüsler asla mutlu olamıyor, asla mutlu ölemiyorlar...
HİDÂYETİ VERİP DALÂLETİ SATIN ALDILAR
Öyle insanlar vardır ki "Allah'a ve âhiret gününe inandık." derler; Oysa iman etmemişlerdir. Akılları sıra Allah'ı ve iman edenleri aldatmayı kurarlar. Kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında değiller. Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını daha da ilerletti. Bu yalancılık ve samimiyetsizlikleri sebebiyle bunlara gayet acı bir ceza vardır. Ne zaman onlara: "Yeryüzüne fesat saçmayın!" denilse "Biz sadece barışçıyız, ortalığı düzeltmekten başka işimiz yok!" derler. Gözünüzü açın, bunlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin şuurları yok, farkında değiller. Ne zaman onlara: "Şu güzel insanların iman ettiği gibi siz de iman edin." denilse "Yani o beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanalım?" derler. Asıl beyinsizler kendileridir de farkında değiller. Bunlar iman edenlerle karşılaştıkları vakit "Biz de müminiz" derler. Fakat şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında da: "Emin olun, biz sizinle beraberiz, biz onlarla alay ediyoruz." derler. Allah da kendileriyle alay eder ve azgınlıklarında onlara mühlet verir; böylece onlar bir müddet başıboş dolaşırlar. İşte onlar hidâyeti verip, dalâlet satın aldılar. Ama bu, kârlı bir ticaret olmadı. Çünkü kâr yolunu tutmadılar.
Bakara Suresi 2:8-16, (Suat Yıldırım Meali)
[Bakara Suresi 8-16 ayetleri Abdullah b. Übeyy ve onu takip eden Evs ve Hazrec münafıkları hakkında nazil oldu.]
AYAAN ALİ HIRSİ: YALANLAR ÜZERİNE KURULU BİR İSLAM DÜŞMANLIĞI
1969 Somali doğumlu Ayaan Ali Hırsi babası tarafından Kanada'daki kuzeniyle evlendirilmek istenince önce Almanya'ya daha sonra da Hollanda'ya iltica eder. Hollanda'da politika dersleri alır ve ülkesindeki iç savaşın nedenlerini ve kadının konumunu araştırmaya başlar. İslamiyet'te kadının yeri hakkında yaptığı eleştiriler Hollanda'da ona büyük bir ün kazandırır ve yapılan bir ankette ülkenin en önemli ikinci politikacısı olduğu ortaya çıkar. Bu ün onu milletvekilliğine kadar yükseltecektir. Bu arada üniversitede ders aldığı bir filozoftan etkilenerek İslam'dan döner ve ateist olduğunu açıklar.
İlk olarak 'Çocuk Fabrikası' isimli bir kitap yazar ve tepki alır ve yaptığı Trouw röportajı Müslümanlara saygı duymadığı gerekçesiyle yayımlanmaz. Daha sonra Theo Van Gough tarafından yönetilen 'İtaat' isimli bir filmin senaryosunu yazar. Kişisel inançlara saygı duymadan Kuran'ı Kerim'in kadın ve cinsellik hakkında koyduğu hükümleri sertçe eleştiren ve Hz. Muhammed hakkında hakarete varan karikatürleri de destekleyen Ali, bütün bu söylemini insan hakları çerçevesine sığıştırmıştır. Ali, hakaret için özür dilenmemesi ve karikatürlerin her yanda yayımlanması gerektiğini, bunun ifade özgürlüğü olduğunu söyler.
Ali'nin bu söylemi aslında Somali'deki hayatında çektiği sıkıntılara karşı isyanın bir ifadesidir. 5 yaşından itibaren İslamiyet'te yeri olmayan bazı ritüellere maruz kalmış, evlere kapatılmış ve istemediği birisiyle evlendirilmeye çalışılmıştır. Baskılı yaşamından sıyrılmaya çalışan ve bu sayede farkında olmadan Hollanda tarafından desteklenen Ali, zamanla 'yeni efendileri'nin sözcüsü haline gelmiştir. Yeni ortamında İslam'a saldırdıkça yükseldiğinin farkına varan Ali, yazdığı kitaplarla alakalı olarak ölüm tehditleri aldığını duyurarak daha da ün kazanır. Saldırganlığı arttıkça yalana başvurmaya başlar. Sonunda Hollanda'ya iltica ederken yaptığı başvurunun da düzmece olduğu ortaya çıkacak ve vatandaşlığını kaybettiği için otomatik olarak milletvekilliği de düşecektir.
1969 Somali doğlumlu Ayaan Ali Hırsi, yalanlarının anlaşılması üzerine milletvekilliğini ve Hollanda vatandaşlığını kaybetti.
ALBERT CAMUS VE DÖNEK
Zaman sürüklerken insanoğlunu peşi sıra her yeni günde, her geçen güne nazaran bir nefes daha taze olmak uğruna değişmek gelişimin muştusudur aslında. Bu değişim sırasında dönüşmemek bir olgunluk ifadesidir. Zira öylesi değişimler vardır ki tarihte, kahramanları "bugünlerini" tesis eden dünlere kara bir öfkeyle, çılgın bir düşmanlıkla bakar ve hatta zamanın o demlerine küfrederler.
Edebiyatta fikirsel dönüşüm örneklerinden birini Albert Camus'un Sürgün ve Krallık eserindeki "Dönme ya da Karışık Bir Kafa" isimli öyküsünde bulmak mümkün. "Çorba, çorba! Kafamın içini düzene sokmalıyım." diyerek öykünün ana karakterinin hissiyatına kalem tutan Camus, betimsel öğelerle giriş yapar öyküye ve fikri bir yolculuğa çıkarır okuyucuyu…
Batı Afrika'nın kızıl topraklarla bezenmiş suya hasret şehirlerinden birinde, Taghasa'da, öykünün ana karakteri çaresizlik girdabında boğulurken yaşadığı kimlik buhranları kum kokan topraklarda sessiz bir çığlık olarak yankılanır. Çocukluğunda Katolik bir papazdan dinî eğitim almış olan geleceğin 'dönmesi' zamanla iyiliğin, güzelliğin aslında bir hayalden ibaret olduğu vehmine kapılır. Hocalarının, çevresinin hatta anne-babasının bile kendisini aldattığı düşüncesi bir fikr-i sabit haline gelir ve düşünde bir kötülük krallığı kurar. Sonunda da kendi yarattığı kötülük Tanrı'sının kölesi olur.
Albert Camus'un öyküde temel öge olarak kullandığı güneş, vicdan azabına eş bir yangını simgelerken, tuz acıyı ve çaresizliği betimliyor. Bu ögelerin gölgesinde çırpınan ana karakter önce Firavunvari bir edepsizlikle kendi Tanrı'sının, yani kötülüğün daha güçlü olduğunu tüm dünyaya ilân etmek ülküsüne kaptırır kendini. Sonra siz satır satır ilerlerken halüsinasyonlarla zihnen yorulmuş olan 'kötülük misyonerini' bir boşlukta bulursunuz. Artık kendisinin bile kim olduğunu bilmemektedir. Kimlik bunalımıdır bu yaşadığı. İlerleyen sayfalarda kahraman ölümü umutla bekleyecek bir duruma düşse de kendi mutlak doğrusundan vazgeçmez ve şu cümlelerle avutur kendini; "İyilik bir düş, hep ertelenen ve tüketici bir çabayla sürdürülen bir tasarı, hiçbir zaman erişilemeyen bir sınırdır, krallığı olanaksızdır. Yalnızca kötülük, sınırlarına dek gidebilir ve kesinlikle hüküm sürebilir, gözle görülür krallığını yerleştirmek üzere ona hizmet etmek gerekir, sonrasını düşünürüz."
Kinin gölgesinde şekillendirdiği kötülüğün mutlak gücüne iman eden karakter, bu satırlardan sonra geçmiş zamanlardaki Tanrı'sına ihanet edeceğine söz verir ve kötülüğün krallığının gelişini geciktiren her şeye lanet eder. Yaşadığı o ölümcül buhranın nihayetinde Camus'un Brütüs'ü kindarlığı bırakıp yeniden başlamak ister hayata. "Eskiden kendisine kardeş olan insanlara" seslenişidir bu kez sizi alıp 'kötülük dönmesi'nin dünyasına götüren. Dönme yardım eli beklerken çaresiz, inlemektedir; "Şimdi iyi ol, aldandık, yeniden başlayacağız, bağışlama ülkesini yeniden kuracağız, ben evime dönmek istiyorum. Evet, yardım et bana, elini uzat, ver…"
Lakin, Albert Camus bu zavallı Brütüs'e karşı hiç de merhametli değildir. Perişan halde yalvarırken Brütüs, biri o feryat eden ağza "tuz" basar ve öykü biter.
Okunma : 12271