Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Ailede bir tufan var, aileyi kurtaracak gemiyi inşa etmeliyiz”

11 - Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar16 - Barış Adalet ve Güçlü Kurumlar17 - Amaçlar İçin Ortaklıklar3 - Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Anadolu Mektebi tarafından düzenlenen “Aile ve Kültür Edebiyat” Kampına katıldı. Tarhan, “Son Sığınak Aile” başlıklı söyleşide gençlerle bir araya geldi. Tarhan, pozitif psikolojinin kökeninin Anadolu irfanı ve Doğu bilgeliğine dayandığını belirterek Batı’nın da artık bu birikimden faydalandığını vurguladı. Ailenin toplumun son kalesi olduğunu belirterek dijitalleşme ve bireyselleşmenin getirdiği tehditlere dikkat çeken Tarhan, küresel ölçekte ailenin varlığını tehdit eden bir tufan olduğunu, bu tufandan aileyi kurtaracak gemiyi inşa etmek gerektiğini söyledi.  

Anadolu Mektebi tarafından bu yıl "Aile Yılı" temasıyla Kocaeli Aytepe’de düzenlenen söyleşiye gençlerin ilgisi yoğun oldu. Açık hava amfi alanda gerçekleştirilen söyleşinin moderatörlüğünü Gazeteci Şaban Özdemir üstlendi. 

Kamp, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) ile Türk İş birliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) desteğiyle Başiskele ilçesindeki Aytepe Diriliş Gençlik Kamp alanında organize edildi.

Aynı zamanda kampa 38 ilden 290 öğretmen, veli, lise ve üniversite öğrencilerinin yanı sıra Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Bosna Hersek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden 66 öğrenci katıldı.

“Öyle bir hazinenin üzerinde duruyoruz ki bunun farkında değiliz”

Well being halinin Doğu bilgeliğinden alındığını söyleyen Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Klasik psikoloji eksiyi sıfıra getiriyor, patolojiyi düzeltiyor ama pozitif psikoloji, sıfırı artıya çıkarıyor. Yani iyilik hali, well-being hali yapıyor. Bu Mevlana’dan, bizim Doğu bilgeliğimizden alınmış. Özellikle inanç sistemimizden, Kur’an-ı Kerim’den ve asırlardır gelen kültürel birikimimizden faydalanmışlar. Bunu sistematize etmişler, metodoloji geliştirmişler ve bilim olarak sunmuşlar. Biz Anadolu’da öyle bir hazinenin üzerinde duruyoruz ki bunun farkında değiliz. 

Mesela 2015 yılında Harvard Üniversitesi, pozitif psikolojiyi ders olarak müfredata aldı. 2018’de Yale Üniversitesi, 2019’da ise İngiltere’de Bristol Üniversitesi intihar salgınına çözüm olarak derslerine ekledi. Biz Üsküdar Üniversitesi olarak 2013’te programımıza dahil ettik ve hala okutuyoruz. Bu ders Anadolu irfanının bilimsel metodolojiyle anlatımıdır aslında. Yani değerlerimizin, inanç sistemimizin ifadesi. İçinde affedicilik var, stres yönetimi var, öfke yönetimi var. Diğer taraftan minnettarlık modülleri, değerler modülleri var. Bütün bunlar bilimsel metodolojiyle anlatılıyor. Hatta Amerika’da liselerde, ortaokullarda çocukları sinema ya da maça götürür gibi bu derslere götürerek eğitiyorlar. Çünkü küresel ölçekte bir sosyal çürüme yaşanıyor ve çözüm olarak buna başvuruyorlar. Ne kadar başarılı oluyorlar? Hiç yoktan tabii ki daha iyi ama biz, zaten bu hazinenin üzerinde oturuyoruz. Ben de bu yüzden Mesnevi Terapi, Yunus Terapi, Aşk Terapi gibi kitapları yazdım. 2012’de yayımlanan bu kitaplar, Anadolu kültürüyle pozitif bilimin bir sentezidir.” diyerek sözlerine başladı.

Mevlâna gibi bilge, Edison gibi üretken olmak mümkün! 

Anadolu irfanının çok kıymetli bir hazine olduğunu dile getiren Tarhan; “Bu hazineye sadece Türkiye’nin değil bütün insanlığın ihtiyacı var. Bizim bu hazineyi maden işletir gibi değerlendirmemiz gerekiyor. Bu nedenle burada bulunan gençler böyle bir imkânın içinde oldukları için kendilerini şanslı görmelidir. Çünkü ileride bunun faydasını çok görecekler. Bir karar verirken karşı cinsle ilişki kurarken ya da önlerine bir engel çıktığında burada aldıkları bilgiler onlara rehberlik ediyor. Biz bunu eğitimlerde görüyoruz. 1. sınıflarda müfredat verilmeden önce ön test, eğitim sonunda ise son test uygulanıyor. Öğrenim çıktılarında gençler, ‘Arkadaşımla aram düzeldi.’ ya da ‘Madde kullanıyordum, bıraktım.’ gibi ifadeler kullanıyor. Bunları söyleyenler üniversite gençleri. Böyle insanlar yetiştirmeliyiz ki hem Mevlâna gibi bilge hem de Edison gibi üretken olsunlar. Bu ikisinin sentezi mümkündür ve çağımız da bunu gerektiriyor. İşte bizim yetiştirmemiz gereken insan tipi budur. Şu anda Batı’ya baktığımızda intiharların, şiddetin arttığını ve çözüm arayışları içinde olduklarını görüyoruz. Bu noktada Doğu bilgeliği çözüm üretiyor ve onlar da artık bunu kullanmaya başladılar.” ifadelerini kullandı.

“Asıl mutluluk anlam mutluluğudur”    

Hollywood kültürünün yaşam felsefesine verdiği zarardan bahseden Tarhan; “Aristoteles 2 bin 500 yıl önce mutluluğu ikiye ayırıyor. Biri hedonik mutluluk, diğeri ödomanik mutluluk. Hedonik mutluluk haz mutluluğudur yani kişinin hazzı ego ideali olarak seçmesi. Fakat Aristoteles, bunun insanı mutlu etmeyeceğini söylüyor. Asıl mutluluk ödomanik yani anlam mutluluğudur. İnsan anlam peşinde koşmalıdır. Şu anda küresel kültür, Hollywood kültürüdür. Bu kültür, ‘Yaşam felsefemiz haz peşinde koşmaktır.’ dedi. Kapitalist sistem de tüketim amacıyla bunu kullandı. Kazan tüket çarkıyla gençlerin kutsallarını, önem ve önceliklerini değiştirdi. Hollywood’un, dijital teknolojilerin ve dijital platformların etkisiyle bu anlayış özellikle son 10–15 yılda çok hızlı yayıldı. Ekonomik açıdan bakıldığında dünyada 10–20 yıl sonra refah seviyesinin küresel ölçekte daha da iyi olacağı öngörülüyor. Fakat sosyal refah ve psikolojik refah aynı seviyede değil. Bununla ilgili mutluluk bilimi çalışmaları yapılıyor. Örneğin ABD’de kişi başı milli gelir şu anda yaklaşık 70 bin dolar. 50 yıl öncesiyle karşılaştırıldığında büyük bir artış var ama mutluluk ölçeklerine bakıldığında puanlar 50 yıl öncesine göre düşüş gösteriyor. İnsanların maddi refahı artarken psikolojik ve manevi refahı artmıyor. Şu anda en çok tartışılan konu bu. Çünkü bir iç çürüme yaşanıyor. Roma’nın son dönemlerinde yaşadığı çürümenin bir benzerini bugün ABD ve dünya yaşıyor. Biz de maalesef bu iç ve sosyal çürümeyi satın aldık ve bu çürümenin ilk etkilediği alan aile oldu. Vücuttaki hücreler sağlıklı çalıştığında beden sağlıklı olur. Aile de toplumun hücreleridir. Hücrenin DNA’sı bozulursa tüm hücreler hasta olur. Aynı şekilde aile bozulursa toplumun dokusu da zedelenir.” şeklinde konuştu. 

Aile neden son sığınak? 

Dijital platformların evin açık kapısı haline geldiğini söyleyen Tarhan; “Bir toplumda sosyal problemler varsa bunu bir şehre benzetebiliriz. Şehri koruyan dış kale vardır. Dış kale bozulursa iç kale devreye girer ve şehri korur. İşte aile de böyle bir son sığınaktır. Toplumu koruyan üç şey vardır. İlki hukuki normlardır, ikincisi sosyal normlardır. Hukuki normlar tek başına yeterli olmaz. Sosyal normlar yani gelenekler, görenekler aileyi koruyordu. Üçüncü ve en önemli koruyucu ise ailedir. Günümüzde ise dijital platformlar evin açık kapısı haline geldi. Artık son kale olan aile bile tek başına yeterince güvenli bir alan olamayabiliyor. Bu nedenle her anne her baba önce kendisini, sonra çocuğunu tıpkı bir kaleyi korur gibi korumalıdır. Ailemizi güvenli alan olarak tutmak zorundayız. Burada karamsarlığa gerek yok. Küresel fırtınalara, sosyal problemlere rağmen eğer evimizi güvenli bir alan bir sevgi yuvası haline getirirsek orada yetişen çocuklar dış dünyada sorunlarla karşılaşsalar bile eninde sonunda tekrar eve dönüyor ve kendilerine yeni bir yol çizebiliyorlar. Aileyi tehdit eden küresel bir tehdit, tufan var. Bu tehdit ve tufandan aileyi kurtaracak gemiyi inşa etmeliyiz. Yani çözüm var. Artık eski korumalar kalktı sosyal ve hukuki korumalar zayıfladı. Bu yüzden önce kendimizi, sonra çocuklarımızı biz korumak zorundayız. Çözüm odaklı yaklaşmamız gerekiyor.” dedi.

“Bireyselleşmenin kutsallaştırıldığı bir çağdayız”

İyi niyetin yanında gayretin de olması gerektiğini belirten Tarhan; “Bireyselleşmenin kutsallaştırıldığı bir çağdayız. Kutsallar yer değiştirdi ve bu da manevi bir boşluk oluşturdu. Böyle durumlarda yapılabilecek şeyler bireysel çalışmalar ve bireysel gayretlerle ortaya çıkıyor. Eğer niyetimizi iyi ve düzgün tutar çabalarsak önümüze kapılar açılıyor. Hadis-i Kutsi’de de bu söyleniyor. ‘Eğer güzel bir niyetiniz ve samimi bir gayretiniz varsa, tamamlayıcısı benim.’ deniyor. Bu Allah kelamıdır. Buradan anlıyoruz ki sadece iyi niyet yetmiyor niyetin yanında gayret de gerekiyor. Dolayısıyla bireysel olarak iyi niyetli olmalıyız ama niyetimiz ego merkezli, kendi çıkarımıza yönelik olmamalı. Bir ego idealimiz olmalı. Yani ‘Hayatımızın sonunda nasıl bir insan olmak istiyorum? Topluma nasıl faydalı olmak istiyorum? Neler yapmak istiyorum?’ Bu soruları sormalıyız ve bu yönde gayret göstermeliyiz. Bu süreç belli bir noktaya geldiğinde bir nehre benzer. Nehir denize açıldığında küçük adacıklar oluşur, zamanla orası alüvyonlarla verimli bir alan haline gelir. Biz de doğru, iyi ve güzel şeyler yapıp biriktirdikçe bunların hepsi büyük bir dirilişe bir doğuşa dönüşür. Bu nedenle en çok ihtiyacımız olan şey karamsar olmamak. Umudu yüksek tutmalıyız. Çünkü her şeyin bir çözümü vardır ama ümitsizliğe düştüğümüz an yenilgiyi kabul etmiş oluruz.” ifadelerini kullandı.

“Evlilikteki ‘S’ler ilişkilerin temel taşlarını oluşturuyor”

Sağlıklı bir ilişkinin olmazsa olmazlarından bahseden Tarhan; “Evlilikteki ‘S’ler ilişkilerin temel taşlarını oluşturuyor. Birinci S, sevgi. Sevgi, içinde şefkati barındırır. Şefkat karşılıksız bir sevgidir. İkinci S, saygı. Saygının gelişmiş hali nezakettir. Sevgi bir suysa, saygı onun kabıdır. İkisi birbirini tamamlar. Üçüncü S, sabır. Evlilikte ve ilişkilerde çok önemlidir. Dijitalleşmenin ve küresel sistemin doğurduğu nesiller aceleci ve sabırsız hale geldi. Oysa hayatta mükafat tahammül edenlere verilir. Sabır meditatif bir eylemdir pasif geri çekilme değildir. Sabır aktiftir. İki tür sabır vardır. Negatif ve pozitif sabır. Sabır doğanın hız ve ritmine uymaktır hareket halinde bir sabırdır. Dördüncü S, sadakat. Sadakat hem bağlılık hem de doğruluktur. Güvenli bağlanmanın oluşması için sadakat şarttır. Çocuğun sağlıklı yetişmesi, eşlerin ilişkilerinin güçlü olması güvenli bağlanmaya bağlıdır. Güveni zayıflatan her şey özellikle yalancılık ve bencillik sevgiyi tüketir. Bunlar evliliği ego savaşlarına dönüştürür. ‘Senin dediğin, benim dediğim.’, ‘Senin paran, benim param.’ tartışmalarına yol açar. Günümüzde kadın erkek meselelerinin çoğunun arkasında bu ego savaşları vardır. Beşinci S, samimiyettir. Samimiyet, içtenliktir. Yakın ilişkilerde samimiyetin büyüleyici bir etkisi vardır. Çünkü kişi samimi olduğunda beyinde ayna nöronlar devreye girer. Karşı tarafın beynindeki ayna nöronlar da harekete geçer ve ikna süreci başlar. Nörobiyoloji çalışmalarında da görülüyor ki güçlü duygular karşı tarafta aynı bölgeleri aktive ediyor. Beyinler yalan söylemiyor, birbirleriyle konuşuyor. İşte bu nedenle Allah dostu insanların samimiyetleri, düşmanlarının bile kalplerini etkileyip çevrelerinde toplanmalarını sağlamıştır. Samimiyetin insan beyninde biyolojik bir karşılığı vardır. Bu yüzden tüm kutsal kitaplarda iyi niyet ve samimiyet özellikle vurgulanmıştır. Altıncı S, sorumluluk. Hayatın sorumluluğunu almak, geleceğin sorumluluğunu almak, çocukların sorumluluğunu almak… İşte sağlıklı bir ilişkinin olmazsa olmazı da budur.” şeklinde konuştu.

“İyi bir iş birliği varsa aşk ömür boyu devam edebilir”

Aşkın sürükleyici bir duygu olduğunu söyleyen Tarhan; “Evlilikte aşk çok güçlü bir duygu. İnsana gerçekten sarhoşluk verir. Hatta ‘Aşkın gözü kördür, kaynanalar olmasaydı.’ boşuna denmemiş. Aşık olan bir kimse nereye baksa sevdiğini görür. Ağaca bakar onu görür, kuşlara bakar onu görür, saate bakar, duvara bakar, her yerde onu görür. Aşk kelimesi Arapça’da sarmaşık kökünden gelir. Sarmaşık gibi sarar ve onunla yaşamaya başlar. Leyla ile Mecnun’un hikayesini düşünün. Mecnun yıllarca Leyla’ya kavuşmak için çabalar. Kavuşacağı an gelir herkes sevinirken Mecnun birden vazgeçer. Çünkü hayalindeki Leyla ile karşısındaki Leyla aynı değildir. Bu yüzden maşuk denmiştir. Aşkın kendisi sürükleyicidir. Eğer iyi bir iş birliği varsa aşk ömür boyu devam edebilir. İyi iş birliği yoksa aşk zamanla buharlaşır. O nedenle aşkta iş birliği kurabilmek çok önemlidir.” dedi.

“Mutluluk, yeni birlikteliği kabul etmek ve yaşatmakla mümkün”

Orman ile aile arasındaki bağlantıya dikkat çeken Tarhan; “Ormanda ağaçlar birbirleriyle konuşur, paylaşır. Ormanda bir düzen bir ilişki vardır. Aile de aslında böyledir sağlıklı bir ilişkisi olan bir ekosistem gibidir. Ormanı orman yapan şey ise sudur. Su akışı yaşamın sürekliliğini sağlar. Hidrojen ve oksijen normalde atmosferde özgürdür. Evlenmeden önce iki insan da tıpkı onlar gibi özgürdür. Ancak hidrojen ve oksijen birleştiğinde özgürlükleri ayrı ayrı kalmaz yeni bir yaşam formu olan su ortaya çıkar. Su hem üretken hem de hayat kaynağıdır. Evlilik de böyledir. ‘Hem evli olacağım hem bekar kalacağım hem özgür olacağım.’ diye bir formül yoktur. İki insan bir araya geldiğinde artık H₂O gibi olurlar kendi başlarına değil yeni ve ortak bir yaşam formu olarak var olurlar. Mutluluk da bu yeni birlikteliği kabul etmek ve yaşatmakla mümkündür.” diyerek sözlerini sonlandırdı. 
 

Paylaş
Oluşturulma Tarihi21 Ağustos 2025